25 Haziran 2014 Çarşamba

Giriş:

Hz. İsa (as), Hz. Mehdi (as) ve deccalin çıkışı güvenilir hadislerle bildirilmiştir

Bu kitapta insanların büyük çoğunluğunun Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) ortaya çıktıklarında, neden bu mübarek şahısları tanıyamayacakları ve deccalin bu amaçla ne tür yöntemlere ve aldatmacalara başvuracağı ele alınacaktır. Bunun yanı sıra bazı kimselerin makam ve mevkilerini kaybetmekten duydukları korku, bazı kimselerin kibirleri, bazı kimselerin menfaatlerine zarar gelmesinden endişe etmeleri, bazı kimselerin de kötü ahlaklarını devam ettirme isteklerinin Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ı tanıdıkları halde tanımazlıktan gelmelerine neden olabileceği üzerinde durulacaktır.
Kitabın birinci bölümünde, yeniden yeryüzüne geldiğinde birtakım insanların Hz. İsa (as)'ı neden tanıyamayacakları anlatılmaktadır. Hz. İsa (as) -bazı insanların hiçbir bilgi ve delile dayandırmadan onun gelmeyeceğini öne sürdükleri bir dönemde-, Allah'ın izniyle, ikinci kez yeryüzüne gelecek ve hak din olan İslam'ı tebliğ edecektir. Ancak hadislerde bildirildiğine göre, insanların çoğunluğunun din ahlakından uzaklaşması, Hz. İsa (as)'ın yeniden gelmeyeceği yalanının yayılması, pek çok sahte mesihin ortaya çıkması, din ahlakına uygun olmayan ideolojilerin neden olduğu baskı ve zorluk ortamı, Hz. İsa (as) geldiğinde onun tanınmasına engel olacaktır. Salih ve samimi müminler dışında, gelişinin ilk dönemlerinde Hz. İsa (as)'ı tanıyan ve ona uyan olmayacaktır.
Kitabın ikinci bölümünde, Hz. Mehdi (as) ortaya çıktığında deccaliyetin insanları Hz. Mehdi (as)'dan uzaklaştırmak için yürüteceği çaba ele alınmaktadır. Hadislerde ve bu hadisleri yorumlayan büyük İslam alimlerinin eserlerinde Hz. Mehdi (as)'la beraber olan müminlerin sayısının oldukça az olduğu haber verilmektedir. Yine hadislerde yer alan bilgilere göre, Hz. Mehdi (as), yanındaki az sayıdaki insanla birlikte din ahlakına uygun olmayan ideolojilere karşı çok büyük bir fikri mücadele verecek, insanlara Allah'ın varlığının ve birliğinin delillerini anlatacak ve dünyanın dört bir yanındaki insanları hakka davet edecektir. Ancak Hz. Mehdi (as) bu fikri mücadelesi esnasında, din ahlakını yaşamayan insanlardan büyük baskı görecek, pek çok iftiraya uğrayacak ve din ahlakını anlatıp yaymak için yapacağı tüm faaliyetler engellenmeye çalışılacaktır.
Kitabın üçüncü bölümünde ise deccalin, Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın tanınmasına ve insanların onlara uymalarına engel olabilmek için yürüteceği faaliyetler ve insanları ne şekilde yönlendireceği anlatılmaktadır. Bu bölümde ayrıca, insanların nasıl olup da deccali tanıyamadıkları ve onun etkisi altında kaldıkları da ele alınacaktır. Deccaliyetin çeşitli telkin ve propagandalarla gerçek yüzünü saklayıp, insanları Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) aleyhinde yönlendirmeye çalışması kitap boyunca örnekleriyle aktarılacaktır.
Tüm bu konular ele alınırken, unutulmaması gereken önemli bir gerçek vardır. Her ne kadar insanların çoğunluğu Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ı tanımayacak olsalar ve her ne kadar deccaliyet samimi müminler aleyhinde büyük propaganda faaliyetleri yürütüp onlara çeşitli tuzaklar kursa da, Allah'ın izniyle bunların hiçbiri Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın hak mücadelesine engel olamayacaktır. Kuran'da, " ...Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez."(Nisa Suresi, 141) ayetiyle Allah müminlere kurulan tuzakların başarıya ulaşmayacağını bildirmiştir. Allah'ın izniyle, salih müminler Hz. İsa (as) yeniden yeryüzüne geldiğinde ve Hz. Mehdi (as) ortaya çıktığında bu mübarek insanların destekçisi olacaklar ve sayıları ne kadar az olsa da, Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as), deccalin batıla dayalı sistemini ortadan kaldırarak Kuran ahlakını tüm yeryüzüne yerleşik kılacaklardır.
Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelişi, Hz. Mehdi (as)'ın ve deccalin ortaya çıkışı, kıyametin en büyük alametlerindendir. Birçok İslam alimi eserlerinde bu konuları detaylı olarak ele almışlardır. Konuyla ilgili hadislerde bildirilen haberler, İslam alimleri tarafından "tevatür" (kuvvetli haber) derecesinde kabul edilmektedir. Bu hadisler ise "mütevatir hadis" olarak adlandırılmaktadır. Tevatür kelimesinin tanımı Büyük Lugat'ta şöyle yapılmaktadır:
Tevatür: Kuvvetli haber, içinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemaate dayanan kuvvetli haber.1
Mütevatir hadis ise, yalan üzerine birleşmeleri düşünülemeyecek kadar kalabalık olan bir cemaat tarafından rivayet edilen hadislere denir. Hadis alimleri mütevatir kabul edilen hadislerin ravilerinin (hadisi nakleden kişiler) incelemeye dahi alınmayacağı, mütevatir hadise hiçbir sorgulama yapılmayacağı konusunda hemfikirdirler. İslam alimi Seyyid Şerif Cürcani, mütevatir hadis kavramını şöyle açıklamaktadır:
Haber-i mütevatir, ravileri çoklukta o dereceye ulaşan bir haberdir ki, adete göre, o kadar çok rivayetçinin yalan üzerine birleşmeleri imkansız olur. Bu durumda rivayet edilen haber hakkında lafız (söz) ve mana tutuyorsa buna, "mütevatir-i lafzi" denir. Eğer hepsinin arasında müşterek manada ittifak olmakla beraber lafızlar (sözler) arasında ihtilaf bulunuyorsa buna, "mütevatir-i manevi" denir.2
Büyük hadis alimi İbn-i Mace ise, Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya gelişi, Hz. Mehdi (as)'ın ortaya çıkışı ve deccalin çıkışıyla ilgili hadislerin mütevatir olduğunu şöyle açıklar:
Şevkani de Hz. İsa (as)'ın ineceğine dair hadislerin sayısının 29'a ulaştığını söyleyerek, bunları bir bir nakletmiş ve sonunda: "Bizim naklettiğimiz hadisler görüldüğü gibi tevatür haddine ulaştı. Bu beyanımızla şu sonuca varılıyor ki, beklenen Hz. Mehdi (as) hakkındaki hadisler, deccal hakkında hadisler ve Hz. İsa (as)'ın inmesine dair hadisler mütevatirdir." demiştir.3
Hz. İsa (as)'ın tekrar geleceğini ve deccalin ortaya çıkacağını nakleden alimlerin başında mezhep imamımız İmam-ı Azam Ebu Hanife gelmektedir. Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber adlı eserinin son bölümünde şunları bildirmektedir:
Deccalin, Ye'cüc ve Me'cüc'ün çıkması, Güneş'in batıdan doğması, Hz. İsa (as)'ın gökten inmesi ve diğer kıyamet alametleri, sahih haberlerde aktarıldığı üzere, haktır, olacaktır.4
İmam Suyuti de, El Havi Lil Fetava adlı kitabı ve El İ'lam bi Hukmi İsa adlı risalesinde, konuyla ilgili tüm hadislere yer verdikten sonra, bu hadislerin mütevatir olduklarını bildirmiştir:
Hadis ilmine vakıf olanlara gizli kalmayacağı üzere, bu hususta zikrettiğimiz bütün hadisler mütevatir derecesine ulaşmıştır. Dolayısıyla Mehdi Muntazar (beklenen Mehdi) hakkındaki hadis-i şerifler mütevatir olduğu gibi, deccal hakkındaki hadis-i şerifler de tevatür derecesine ulaşmış olup, Hz. İsa (as)'ın inişiyle ilgili hadis-i şerifler de mütevatirdir.5
Konuyla ilgili hadisler güvenilir hadis kaynağı olan Kütüb-i Sitte'de ve İmam Malik'in Muvatta'sı, İbn Huzeyme ile İbn Hibban'ın Sahih'leri, İbn Hanbel ve Tayalisi'nin Müsned'leri gibi en muteber hadis kaynaklarında geniş bir şekilde yer almaktadır. Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne gelişiyle ilgili hadislerden bazıları şöyledir:
Sizler on alameti görmedikçe hiçbir zaman kıyamet kopmaz... Biri de İsa'nın inmesi...6
Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa'nın adalet sahibi olarak inmesi yakındır...7
Vallahi muhakkak ve muhakkak Meryem oğlu İsa inecek, hem adil bir    hakem, adaletli bir hükümdar olarak inecek...8
İmamınız kendinizden olduğu halde, Meryem oğlu sizin içinize indiği zaman sizler nasıl olursunuz? 9
14. asrın büyük müceddidi (Her asırda dini gerçekleri, dönemin ihtiyaçlarına göre öğretmek üzere gönderilen büyük alim ve Peygamberimiz (sav)'in varisi olan kişi) olan Hz. Mehdi (as)'ın ortaya çıkışı ile ilgili olarak Peygamberimiz (sav)'den rivayet edilen hadislerden bazıları ise şu şekildedir:
Dünyanın ancak bir günlük ömrü kalmış olsa, onun (Mehdi'nin) başa geçmesi için Cenab-ı Allah o günü behemehal (nasıl olursa olsun, mutlaka) uzatır.10
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa, Allah benim Ehl-i Beytimden (soyumdan) bir zatı gönderecek.11
Birçok değerli İslam alimi de fikir birliği ile Hz. Mehdi (as)'ın gelişinin kesin olduğu yönündeki kanaatlerini bildirmişlerdir:
İmam Rabbani: Aradan bin sene geçtikten sonra, Hz. Mehdi (as)'ın gelişi de bunun içindir. Onun mübarek kudumünü (gelişini), Hatemü'r Rüsul (Peygamberlerin sonuncusu) Resulullah Efendimiz (sav) müjdelemiştir.12
Muhyiddin Arabi: Bilin ki, Hz. Mehdi (as) mutlaka çıkacaktır. Ancak yeryüzü zulüm ve işkence ile dolmadıkça çıkmayacaktır. İşte o da böyle bir zamanda çıkacak, dünyayı doğruluk ve adalet ile dolduracaktır. Hatta dünyada tek bir gün  kalsa, Allah o günü uzatacak, ta ki o halife gelsin. Bu, mutlaka Allah'ın Resulü'nün soyundan olacak Hz. Fatıma evladından gelecektir.13
İmam Şarani: Ümmetim içinde Hz. Mehdi (as) bulunacaktır. Eğer kısa süre olursa yedi yıl, kısa olmazsa dokuz yıl hüküm sürecektir.14
Bediüzzaman Said Nursi: Ta ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahipleri, yani Hz. Mehdi (as) ve şakirdleri (öğrencileri), Cenab-ı Hakk'ın izniyle gelir, o daireyi genişletir ve o tohumlar sümbüllenir.15
Tüm bu bilgiler bir kez daha göstermektedir ki büyük hadis alimleri, tefsir alimleri ve İslam düşünürleri, hadislerde yer alan bilgiler doğrultusunda, Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelişi, Hz. Mehdi (as)'ın ahir zamanda ortaya çıkışı ve deccalin mücadelesi konusunda hemfikirdirler.

HZ. İSA (AS) İKİNCİ KEZ YERYÜZÜNE GELDİĞİNDE NEDEN TANINMAYACAKTIR?

Hz. İsa (as) yeryüzüne ilk gelişinde -bütün peygamberler gibi- insanlara bir ve tek olan Allah'a ibadet etmelerini, inkardan, şirkten ve her türlü kötülükten uzak durmalarını öğütlemiştir. Hz. İsa (as)'ın çağrısına uymayanlar, bu kıymetli insana engel olmak istemiş, bu amaçla da onun ve çevresindeki müminlerin üzerinde baskı kurmuşlardır. Bu çabaları sonuçsuz kaldığında ise Hz. İsa (as)'ı öldürmeye karar vermişlerdir. Ancak bu girişimleri de boşa çıkmıştır. Kuran ayetlerinde açıkça bildirildiği üzere, bu kimseler Hz. İsa (as)'ı öldürememişlerdir; onlara onun bir benzeri gösterilmiştir. Rabbimiz'in bir mucizesi olarak, Hz. İsa (as)'ı ihbar eden kişi, Hz. İsa (as)'ın yerine öldürülmüştür. Allah Hz. İsa (as)'ı, bilinen biyolojik anlamda canını almadan Kendi Katına yükseltmiştir. Bir ayette bu konu şu şekilde bildirilmektedir:
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisa Suresi, 157)
Hz. İsa (as)'ın ölmediğini ve Rabbimiz'in Katına yükseltildiğini haber veren ayetlerden bir diğeri ise şu şekildedir:
... seni (Hz. İsa) Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana (Hz. İsa 'ya) uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim. (Al-i İmran Suresi, 55)
Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda ikinci kez yeryüzüne gelişi, Kuran ayetlerinde ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde bize bildirilen kutlu bir müjdedir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Hz. İsa (as) geldiğinde çok az sayıda insan kendisini tanıyacak ve ona tabi olacaktır. İnsanların büyük çoğunluğu ise birtakım telkinlerin ve yalanların etkisi, toplumların içinde bulundukları koşullar, bilgisizlik veya yanlış bilgilendirme gibi bazı nedenlerle Hz. İsa (as)'dan uzak duracaklardır.
Kitabın bu bölümünde insanların neden Hz. İsa (as)'ı tanıyamadıkları ya da tanıdıkları halde tanımazlıktan geldikleri ve bu mübarek peygamberin yaptığı şerefli mücadeleyi göz ardı ettikleri açıklanacaktır. Ancak bundan önce şu gerçeği hatırlatmak gerekir ki, birtakım insanların Hz. İsa (as)'ı tanımamaları ve ona destek olmamaları, Hz. İsa (as)'ın büyük fikri mücadelesinin Allah'ın yardımı ve izniyle mutlaka başarıya ulaşmasını engelleyemeyecektir. Müslümanlar, Rabbimiz'in yaklaşık iki bin yıl sonra bir peygamberini yeniden yeryüzüne gönderecek olmasının heyecanını, şevkini ve neşesini yaşamakta asla gevşekliğe kapılmamalıdırlar. Allah'ın takdir ettiği vakit gelip de bu kutlu elçi yeniden dünyaya döndüğünde, kendisinin yardımcısı ve destekçisi olmak şerefine erişmek için dua etmek ve bu döneme en güzel şekilde hazırlanmak ahir zamanda yaşayan inananların en önemli sorumluluklarından biridir.

Sahte Mesihlerin Ortaya Çıkması, Hz. İsa (as)'ın Tanınmasını Engelleyecektir

Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişi, hem çok büyük bir mucize hem de çok sevinçli bir müjdedir. Elçiler ve peygamberler gönderilmesi, "Andolsun ki Allah, müminlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur…" (Al-i İmran Suresi, 164) ayetinde de buyrulduğu gibi, Rabbimiz'in insanlara bir lütfu ve nimetidir. Dolayısıyla, iman edenler Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne gelişini şevkle ve heyecanla beklemektedirler. Ancak hadislerde bildirildiğine göre, Hz. İsa (as)'ın gelişinden önce sahte mesihler ortaya çıkacaktır. Bu gibi kişilerin ortaya çıkması insanların Hz. İsa (as) yeniden yeryüzüne geldiğinde bu durumu şüphe ve tereddüt ile karşılamalarına neden olabilir. Oysa bu son derece yersiz bir şüphedir. Çünkü;
Birincisi; sahte mesihlerin çıkışı Hz. İsa (as)'ın geliş alametlerindendir. Pek çok hadiste buna işaret edilmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle bildirilmektedir:
Her biri Allah'ın Resulü olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı gönderilmedikçe kıyamet kopmayacaktır.16
Bu durumda, sahte mesihlerin ortaya çıkışı insanların şüphe veya endişeye kapılmalarını gerektiren bir durum değil, tam tersine Hz. İsa (as)'ın gelişinin yakınlaştığına işaret ettiği için heyecan ve şevk duymaları gereken önemli bir işarettir.
İkincisi; samimi olarak iman edenlerin sahte mesihlere aldanmaları hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü, Allah'ın izniyle, Hz. İsa (as) geldiğinde üstün ahlakı, peygamberlere has heybeti, nuru, derin imanı ve hikmetli tavırlarıyla salih müminler tarafından hemen tanınacaktır. Samimi müminlerin Hz. İsa (as)'ı tanıyabilmeleri için hiçbir ispata gerek olmayacaktır. Sahte mesihlerin kendilerini ispata çalışmaları ise onların sahteliklerinin en açık delilidir.
Hz. İsa (as)'ın delillerinden biri, yaptığı hayırlı faaliyetler olacaktır. Allah'ın izniyle dinsiz akımları, inkarın ve ahlaksızlığın insanlar arasında yayılması için çaba sarf edenlerin sahip oldukları ideolojileri fikri açıdan çok büyük bir bozguna uğratacaktır.
Unutulmamalıdır ki, sahte mesihlerin bir kısmı çıkmıştır, bir kısmı da ilerleyen yıllarda çıkacaktır. (En doğrusunu Allah bilir). Ancak Peygamberimiz (sav) yalancıların ardından Hz. İsa (as)'ın geri dönüşünü de müjdelemiştir.

Yeryüzüne Bir İnsan Olarak Değil, "Şahs-ı Manevi" Olarak Geleceğinin Öne Sürülmesi, Hz. İsa (as)'ın Tanınmasını Engelleyecektir

Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez geleceği konusuna geniş yer vermiştir. Ancak SaidNursi'nin bu konuyu anlatırken kullandığı "şahs-ı manevi" kavramı günümüzde gerçek anlamından farklı bir şekilde anlaşılabilmektedir. Bediüzzaman'ın kullandığı şahs-ı manevi ifadesi, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne bir "zat" olarak değil, bir "şahs-ı manevi" olarak geleceği şeklinde yorumlanabilmektedir. Bu inanış, insanların Hz. İsa (as)'ı tanımalarını, bu kutlu insanı karşılamak için hazırlık içinde olmalarını engelleyen nedenlerden biri olabilir. Oysa Bediüzzaman'ın Hz. İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi olarak değil, bir şahıs olarak yeryüzüne ikinci kez geleceği ve Hz. Mehdi (as) ile birlikte tüm yeryüzüne barış ve huzuru hakim kılacağına dair açıklamaları son derece açıktır.
Her peygamberin ve elçinin çevresinde onun maneviyatının tecellisi olan bir şahs-ı manevi oluşur. O elçiye tabi olan, onu örnek alan, onun tebliğini izleyenlerin oluşturduğu bir kitle ve hareket de, onun şahs-ı manevisini oluşturur. Ancak şu çok açıktır ki, bir şahıs olmadan onun şahs-ı manevisinden de söz edebilmek mümkün değildir. Her mümin topluluğunun bir önderi olduğu Allah'ın Kuran'da bildirilen bir adetullahıdır. Dolayısıyla Bediüzzaman Said Nursi de şahs-ı manevi terimini Kuran'ın adetullahında olduğu şekilde kullanmıştır. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi kendi talebeleri ve eserleri için de şahs-ı manevi tabirini kullanırken, bu şahs-ı manevinin başında yine kendisi bulunmaktadır. Risale-i Nur'un şahs-ı manevisine, eserleriyle onu takip eden talebeler de dahildir, ama nur hareketinin önderi Bediüzzaman da bu ifadeden ayrı tutulamaz.
Bunun yanı sıra Allah Kuran ayetlerinde, tarih boyunca yaşamış olan her topluluğa mutlaka kendilerine hak dini anlatan, doğruyu ve yanlışı gösteren elçiler gönderildiğini bildirmiştir. Kuran'da, gönderilen elçiler hakkında daha pek çok detaylı bilgi verilmiştir. Yaşadıkları olaylar, aileleri, eşleri, çocukları, Allah'a olan samimi imanları ve duaları ile ilgili ayetlerde çeşitli bilgiler yer almaktadır. Tüm bu bilgiler bize, "tarih boyunca hiçbir elçi, nebi veya resulün bir şahs-ı manevi olarak gönderilmediğini, tüm elçilerin birer şahıs olarak geldiklerini" göstermektedir. Aynı şekilde Peygamberimiz (sav)'den sonra gelen ve İslam tarihinde yer alan hiçbir müceddid veya müçtehid de bir şahs-ı manevi olarak gönderilmemiştir. Kuran'ın adetullahında tüm elçilerin, tüm müceddidlerin insanları uyarıp korkutacak, onları Allah'ın rızası, rahmeti ve cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu yanlıştan ayıracak bir hidayet rehberi olabilecek birer şahıs olarak gönderildikleri görülmektedir.
Kuşkusuz ki yüzyıllardır süregelen Kuran'ın bu adetullahı, tüm İslam tarihinde olduğu gibi ahir zamanda gelecek olan Hz. İsa (as) için de söz konusudur. Hz. İsa (as) da yeryüzüne tekrar geldiğinde, yine ona yakın kişilerden oluşan bir cemaati olacak, başlarında da Hz. İsa (as) olacaktır. Şahıs olmadan şahs-ı manevisi olması tüm diğer elçilerde olduğu gibi, Hz. İsa (as) için de söz konusu değildir. Nitekim aşağıda yer alan Bediüzzaman'ın sözlerinde, bu konunun hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.

I. SÖZ

... Hazret-i İsa Aleyhisselam, İsevilik şahs-ı manevisini temsil ederek,   dinsizliğin şahs-ı manevisini temsil eden deccalı öldürür (yok eder)...17
Bediüzzaman bu sözünde İsevilik şahs-ı manevisinin ne olduğunu açıklamaktadır. Bir şahs-ı manevinin bir şahs-ı maneviyi temsil etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla buradan şu iki sorunun cevabı çok açık olarak anlaşılmaktadır:
İsevilik şahs-ı manevisini bir kişi temsil ediyor. Bu kimdir? 
Hz. İsa (as). 
Hz. İsa (as) kimi temsil ediyor? 
İsevilik şahs-ı manevisini.
Bu soruların cevapları da yine Bediüzzaman'ın Hz. İsa (as)'dan ve şahs-ı manevisinden ayrı kavramlar olarak bahsettiğini açıkça ortaya koymaktadır.

II. SÖZ

.. .ancak harika ve mu'cizatlı (mucizeler sahibi) ve umumun makbulü (umumun kabul ettiği) bir zat olabilir ki: O zat, en ziyade alakadar ve ekser (birçok) insanların peygamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselam'dır...  18
Bediüzzaman'ın bu açıklamasında Hz. İsa (as) için "bir zat" ifadesi kullanılmıştır; iki veya üç değil. Sonra da "o zat" diye devam edilerek burada bahsedilenin bir şahs-ı manevi değil, bir şahıs olarak gelecek olan Hz. İsa (as) olduğu tekrar vurgulanmıştır. Tüm bunlar hep "tekil" ifadelerdir; ve tümünde de bir şahs-ı maneviden değil, "tek bir şahıstan" bahsedilmektedir.
Bediüzzaman burada ayrıca deccalin yaptıklarını ortadan kaldırabilecek "mucize sahibi bir kişi"nin gerekliliğinden bahsetmiştir. Bu, mucize gösterebilecek tek kişinin de Hz. İsa (as) olduğunu söylemiştir. Bir şahs-ı manevinin mucize göstermesi mümkün olmayacağı için burada da Hz. İsa (as)'dan yine bir zat olarak bahsedildiği çok açıktır.

III. SÖZ

Hatta "Hazret-i İsa Aleyhisselam gelir. Hazret-i Mehdi'ye namazda iktida eder, tabi olur." diye rivayeti, bu ittifaka (birleşmeye) ve hakikat-ı Kur'aniyenin metbuiyetine (Kur'an hakikatlerine uyulmasına, tabi olunmasına) ve hakimiyetine işaret eder.19
Bediüzzaman'ın bu sözünde Hz. İsa (as)'ın Hz. Mehdi (as) ile birlikte namaz kılacağı belirtilmiştir. Pek çok sahih hadiste de yer alan bu ifade, Hz. İsa (as) ile Hz. Mehdi (as)'ın karşılıklı diyalog içerisinde olacaklarını ve bizzat dünyevi bedenleri ile müminlerin başında bulunacaklarını göstermektedir.
Ayrıca bu izah da yine Hz. Mehdi (as)'ın ve Hz. İsa (as)'ın birer şahs-ı manevi değil, birer kişi olarak zuhur edeceklerini açıklayan bir başka delildir. Hz. İsa (as), yeryüzüne önceki gelişinde namaz ibadetini yerine getirdiği gibi ikinci kez gelişinde de Allah'ın izniyle bu ibadetine devam edecektir. Kuran'da bu konu şöyle bildirilmektedir:
(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti." (Meryem Suresi, 30-31)
Bediüzzaman'ın eserlerinde kullandığı "şahs-ı manevi" kavramı konusundaki yanlış anlaşılmaya açıklık kazandıran bu izahlara daha pek çok örnek vermek mümkündür. Ancak bunlardan sadece birkaç tanesi bile, Hz. İsa (as)'ın ve Hz. Mehdi (as)'ın ahir zamanda beraberlerindeki mümin topluluklarının şahs-ı manevisi ile birlikte, onlara önderlik ederek zuhur edeceklerinin anlaşılması için yeterlidir. (Ayrıntılı bilgi için bkz Şahsı Manevi Yanılgısı, Adem Yakup)
Bediüzzaman tüm bu sözlerinde "Hz. İsa (as) ve cemaatinin şahs-ı manevisi" olarak iki ayrı kavramdan bahsetmektedir. Bu "ikisinin biraraya gelmesinden şahs-ı manevi kavramının oluştuğunu", ancak bu mübarek ve kutlu peygamberin şahs-ı manevisiyle birlikte, bizzat beraberlerindeki müminlere önderlik edeceğini açıklamaktadır. Bediüzzaman Said Nursi, Hz. İsa (as)'ın, kendisinden önce gelip geçmiş tüm elçiler ve peygamberler gibi cismani bir şahıs olacağını sözlerinde pek çok defa açıkça ifade etmiştir. Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi, "şahs-ı manevi" kavramını, onun önderi olan, başındaki şahıstan ayrı, müstakil ve bağımsız değerlendirmek büyük bir hata olur. Kuran'da bahsi geçen tüm mümin topluluklarının başında bir elçi ya da önder yer almaktadır. Ahir zamanda da Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması gibi dünya tarihinin çok müstesna bir döneminde müminlerin öndersiz, kendi halinde bir topluluk olarak kalmaları Kuran'da bildirilen adetullaha uygun değildir. (En doğrusunu Allah bilir). Hz. İsa (as) ahir zamanda yeryüzüne tekrar gelecek, müminlere önderlik edecek ve Hz. Mehdi (as) ile birlikte İslam ahlakının nurunun tüm insanları aydınlatmasına vesile olacaklardır.
Çevresinde, Geçmişte Olduğu Gibi İnkara Eğilimli İnsanlar Olması, Hz. İsa (as)'ın Tanınmasını Engelleyecektir
Hz. İsa (as) yeniden dünyaya geldiğinde, geçmişte olduğu gibi, çevresinde yine inkara eğilimli insanlar olabilir. Bu insanlar Hz. İsa (as)'ın tanınmaması için gizli ve açık birtakım faaliyetler yürütebilirler. Hz. İsa (as), dünyaya ilk gelişinde inkar edenlere karşı verdiği büyük mücadelenin yanı sıra, Musevi toplumu içindeki sözde din adamlarına ve çevresindeki münafıklara karşı da mücadele vermiştir. Kuran'da Hz. İsa (as)'ın çevresinde inkara eğilimli insanlar olduğuna şöyle işaret edilmiştir:
Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?"... (Al-i İmran Suresi, 52)
Ayetten de anlaşıldığı üzere, Hz. İsa (as), çevresindeki bazı insanların inkar etmeye ve inkarcı ahlakına benzer bir ahlak göstermeye eğilimli olduklarını hissetmiş ve "yardımcılarının kimler" olduğunu sormuştur. Allah'a gönülden iman eden, Hz. İsa (as)'a itaat edip teslim olmuş salih müminler de Hz. İsa (as)'ın yardımcısı olduklarını söylemişlerdir:
... Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler. "Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz." (Al-i İmran Suresi, 52-53)
Bu durum, Hz. İsa (as)'ın insanları Allah'ın varlığına ve birliğine iman etmeye ve gerçek din ahlakını yaşamaya davet ederken ne kadar zorlu bir ortam içinde bulunduğuna işaret etmektedir. Bu ayetlerden sonra gelen ayette ise, inanmayanların Hz. İsa (as)'a bir tuzak kurmuş oldukları haber verilmektedir:
Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)
Ancak ayette de müjde verildiği gibi Hz. İsa (as)'a kurulan tuzağı Rabbimiz bozmuş ve inkarcıların hedeflerine ulaşmalarına izin vermemiştir.
Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde de, çevresindeki inkara eğilimli kişiler, insanların onu tanımaması ve ona itaat etmemeleri için çeşitli tuzaklar kurabilirler. Ancak, Allah'ın izniyle, geçmişte inkarcıların kurdukları tuzaklar nasıl boşa çıktıysa, Hz. İsa (as) yeniden geldiğinde bu mübarek peygambere karşı kurulan tüm tuzaklar da boşa çıkacaktır.
Önde Gelenlerin Toplum Üzerindeki Baskısı, Hz. İsa (as)'a Uyulmasını Engelleyecektir
Kuran'da toplumun önde gelenlerinin büyük kısmının, gönderilen elçilere ve onların tebliğ ettiği hak dine karşı mücadele içinde oldukları haber verilmiştir. Bu durum Enam Suresi'nin 123. ayetinde şu şekilde bildirilmiştir:
Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (Enam Suresi, 123)
Rabbimiz'in bu ayeti tarih boyunca yaşamış olan pek çok toplumda tecelli etmiştir. Hz. Musa (as) kavmini doğru yola davet ettiğinde, dönemin önde gelenleri olan Firavun ve yakın çevresi Hz. Musa (as)'ın tebliğine engel olmak için büyük mücadele vermiştir. Hz. Musa (as)'a inanılmasını engelleyebilmek için, ona inananların erkek çocuklarını katletmiş, ellerini ve ayaklarını çaprazlama kesmekle tehdit etmiş, iman edenlere çeşitli zulümler yapmıştır. Hz. İbrahim insanları yalnızca Allah'a iman etmeye çağırdığında ise, dönemin önde gelenleri onu ateşe atmaya kalkışmışlardır. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in döneminde de bu durum değişmemiş, yaşadığı toplumun önde gelen sınıfının baskıları süregelmiştir. Başta Ebu Leheb ve yakın çevresi olmak üzere, Peygamberimiz (sav)'e karşı olan Mekkeli müşrikler, sahabeleri, Hz. Muhammed (sav)'e itaat etmekten alıkoymak için büyük zulüm ve eziyetler yapmışlardır. Tüm bu baskı ve eziyetler, peygamberler ilk geldiklerinde kendilerine çok az sayıda insanın uymasına, toplumun büyük kısmının ise hak dini tebliğ eden bu kıymetli insanlardan uzak durmasına neden olmuştur.
Hz. İsa (as) da yeryüzüne ilk gelişinde, dönemin önde gelenlerinin neden olduğu baskı ve zorluklarla karşılaşmıştır. Nitekim Hz. İsa (as)'a sayıca çok az oldukları bilinen havariler dışında kimsenin tabi olmamış olması da bu durumun önemli göstergelerindendir. Tüm bu bilgiler, Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde de benzer bir ortamla karşılaşabileceğine işaret etmektedir. Kuran'da, tarih boyunca pek çok toplumun önde gelenlerinin din ahlakına karşı yoğun bir mücadele verdikleri haber verilmiştir. Allah Kuran'da şu şekilde bildirmektedir:
Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın 'refah içinde şımaran önde gelenleri': "Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz" demişlerdir. (Sebe Suresi, 34)
İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş olmayalım, mutlaka onun 'refah içinde şımarıp azan önde gelenleri' (şöyle) demişlerdir: "Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz." (Zuhruf Suresi, 23)
Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (Enam Suresi, 123)
Rabbimiz'in bu ayetleriyle bildirdiği kanunu, Hz. İsa (as) yeniden dünyaya geldiğinde bir kez daha tecelli edebilir. Toplumun önde gelenleri, insanları Hz. İsa (as)'a inanmaktan alıkoyabilmek için çeşitli baskılar yapabilirler. Bu da insanların Hz. İsa (as)'a uymaktan çekinmelerine ve bu mübarek peygamberden uzak durmalarına neden olabilir. Ancak şunu da hemen belirtmek gerekir ki, samimi olarak Allah'a iman edenleri hak peygambere tabi olmaktan, Allah'ın izniyle, hiçbir baskı, hiçbir zorluk alıkoyamaz. Peygamberimiz (sav)'le birlikte yaşama şerefine erişmiş sahabelerin bu konudaki tavrı tüm Müslümanlara örnek olmalıdır. Allah Kuran'da, bazı kimselerin Peygamberimiz (sav) ile birlikte mücadele eden müminleri, mücadelelerinden alıkoymak ve Hz. Muhammed (sav)'den uzaklaştırabilmek için tedirgin etmeye çalıştıklarını haber vermiştir. İnkarcıların bu hilesi ve müminlerin bu durum karşısındaki cevabı ise Kuran'da şu şekilde bildirilmiştir:
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 173)
Hz. İsa (as) yeniden yeryüzüne geldiğinde de, insanları bu mübarek peygambere uymaktan alıkoymaya çalışanlara karşı, samimi müminlerin cevabı ayette haber verildiği gibi olmalıdır. Rabbimiz'in bu seçkin ve onurlu elçisi ikinci kez geldiğinde, salih müminler ona gönülden teslim olup destek olacaklar, Allah'ın izniyle, hiçbir zorluk onları yıldırmayacaktır.
Hıristiyanlığın Dejenere Olmuş Olması, Hz. İsa (as)'ın Tanınmasını Engelleyecektir
Peygamberlerin tebliğini inkar eden toplumların öne sürdükleri sözde bahanelerden biri de, peygamberlerin onları geleneksel dinlerinden uzaklaştırmaya çalıştığı iddiasıdır. Her toplum belirli adet ve göreneklere, bir kültür birikimine ve geleneksel inançlara sahiptir. Bu inançları arasında, peygamberlerin tebliğ ettiği hak dinin gereği olan güzel ahlaka uygun olmayan çeşitli batıl uygulamalar ve hurafeler de olabilir. Peygamberler ise gönderildikleri toplumları, inançlarının içine karışmış batıl uygulamalardan ve hurafelerden arındırır, onları Allah Katında hak olan din ahlakını yaşamaya çağırırlar. Ne var ki batıl yönlerini biliyor olmalarına rağmen, geleneksel inanç ve uygulamalarından ayrılmak istemeyen bazı insanlar, peygamberlerin bu çağrısına uymazlar. Onlar Kuran'da bildirildiği gibi, "atalarının dinlerine" yani birtakım batıl gelenek ve göreneklerine bağlı kalmakta ısrar ederler. Kuran'da bu insanların durumu şu şekilde haber verilmiştir:
Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi, 170)
Bu insanların atalarının dinine duydukları bağlılık ise, temelde kurulu düzenlerinin bozulmasından endişe etmelerinden kaynaklanmaktadır. Menfaatlerini, makam ve mevkilerini, sözde toplum içerisindeki itibarlarını üzerine kurdukları tüm sistemin alt üst olması bu insanlar için kabul edilebilir bir durum değildir. Bu nedenle de, peygamberlerin tebliğ ettiği hak dini kendileri için büyük bir tehlike olarak görür ve var güçleriyle peygamberlere karşı mücadele yürütürler. Bu ahlaktaki insanların, tarih boyunca gönderilmiş tüm elçilere aynı şekilde karşı geldikleri Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş olmayalım, mutlaka onun 'refah içinde şımarıp azan önde gelenleri' (şöyle) demişlerdir: "Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz." (Zuhruf Suresi, 23)
Hz. Şuayb (as)'a, Hz. Nuh (as)'a, Hz. Musa (as)'a, Hz. Lut (as)'a, Hz. Süleyman (as)'a, Hz. İbrahim (as)'a ve sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e bu şekilde karşı çıkan insanlarla benzer ahlaka sahip olanlar, Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde ona da aynı nedenle karşı çıkacak olabilirler. Ve bu insanların içerisinde bulundukları topluma yapacakları sahte telkinler, büyük çoğunluğun da Hz. İsa (as)'ı tanıyamamasına neden olacak olabilir.
Bunun yanı sıra, Hz. İsa (as) ikinci kez geldiğinde İslam ile hükmedecektir. Bu durum, özellikle pek çok batıl gelenek ve inanca sahip olan bazı Hıristiyanlar tarafından şaşkınlıkla karşılanabilir. Oysa, Hz. İsa (as) onları doğruya ve kurtuluşa davet edecektir. Ancak bu durumu kavrayamamaları bu kimseleri büyük bir yanılgıya sürükleyecek olabilir. (En doğrusunu Allah bilir).
Bazı Hıristiyanların bu konuda yaşayacağı tedirginliğin ve şaşkınlığın temelinde ise, Hıristiyanlığın, Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmesinin ardından başta Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olduğu (Allah'ı tenzih ederiz) ve teslis (Allah'ı tenzih ederiz) gibi sapkın inanışlar olmak üzere büyük tahribata uğraması yer almaktadır. Bu kişiler Hıristiyanlığı tahrif edilmiş haliyle muhafaza edebilmek için, Hz. İsa (as)'ın Allah'ın varlığını ve birliğini tebliğ etmesine, kendisinin de Allah'ın bir kulu ve yalnızca peygamberi olduğunu haber vermesine ve onları İslam ahlakına davet etmesine karşı gelecek olabilirler. Atalarından öğrendikleri bu batıl dini sürdürmek isteyenler, Hz. İsa (as)'ın tanınmasını ve hak dini tebliğ etmesini engellemek için büyük uğraşlar verecek olabilirler. Firavun ve yakın çevresi de, Hz. Musa (as) kendilerini doğruya davet ettiğinde, benzer bir şekilde atalarının sapkın dininden vazgeçmek istememiş ve hatta Hz. Musa (as) ve Hz. Harun'u çirkin iftiralarla engellemeye çalışmışlardır. Kavminin Hz. Musa (as)'ın tebliği karşısındaki bu tutumu Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
Onlar: "Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize inanacak değiliz" dediler. (Yunus Suresi, 78)
Ayette bildirildiği gibi, Hz. Musa (as)'ın kavmi hem atalarının batıl inanışlarına karşı akıl ve mantık dışı bir bağlılık sergilemekte, hem de inananlara iftira atarak, onların tebliğini kendilerince etkisiz hale getirmeye çalışmaktadırlar. Hz. İsa (as) Allah'ın izniyle yeryüzüne gelip, yeniden insanları Kuran ahlakına çağırdığında da bu ahlaktaki insanlar, bu mübarek peygamberin gerçekte Hz. İsa (as) olmadığı yalanını ortaya atabilir; bu kutlu peygamberi bunun gibi çeşitli iftiralarla itham edebilirler. Söz konusu kişilerin bu yöndeki propagandaları, din ahlakından uzak yaşayan pek çok insanın bu yalanların etkisi altında kalarak Hz. İsa (as)'ı tanıyamamalarına neden olacak olabilir.
Hıristiyanlığın tarihi dejenerasyonunun yanı sıra, ahir zamanda deccaliyetin telkinleriyle, Hıristiyan toplumların dinlerinden iyice uzaklaşmaları da söz konusu olabilir. Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde, deccaliyetin bu toplumları manevi değerlerden uzaklaştırmasına dikkat çekmiştir:
... Aynen öyle de, büyük deccal şeytanın iğvası (aldatma) ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin (İsevilik dininin) ahkamını (hükümlerini) kaldırıp, Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini (sosyal hayatlarını) idare eden rabıtaları (bağları) bozarak, anarşistliğe ve Ye'cüc ve Me'cüc'e zemin hazır eder.20
Bediüzzaman'ın bu açıklamalarına göre, deccaliyet, telkin ve yönlendirmeleriyle, gerçek İseviliğin hükümlerini ortadan kaldıracak ve Hıristiyanların sosyal düzenlerini sağlayan, onları birarada tutan manevi değerleri bozacaktır. Bediüzzaman'ın da dikkat çektiği tüm bu koşullar, Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde bazı kimselerin bu mübarek peygamberin ve onun şerefli mücadelesinin farkına varamamalarına, bazı kimselerin de belirli amaçlar doğrultusunda kendisini tanımazlıktan gelmelerine neden olacak olabilir.
Hz. İsa (as)'ın Kuran'la Hükmedecek Olması  Tanınmasını Engelleyecektir
Hıristiyanlar da tıpkı Müslümanlar gibi, Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne gelişini beklemektedirler. Ancak Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde, Hıristiyanlar arasındaki bazı sapkın inanışları ve tahrif edilmiş batıl uygulamaları ortadan kaldıracak, tüm insanları Kuran'da bildirilen gerçek din ahlakına davet edecektir.
Tüm peygamberler gönderildikleri toplumlara aynı din ahlakını tebliğ etmişlerdir. Bütün elçiler, içinde yaşadıkları toplumları yalnızca Allah'a iman etmeye, O'na kulluk etmeye, O'nu razı edecek bir hayat yaşamaya davet etmişler; ahiret gününün azabından korunmaları için halklarına yol göstermişlerdir. Allah'ın tüm peygamberlerine indirdiği ve peygamberlerin de halklarına tebliğ ettikleri dinin aynı olduğu, bir ayette şöyle haber verilmektedir:
O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri etti ... (Şura Suresi, 13)
Dolayısıyla Hz. İsa (as) da, yeniden dünyaya geldiğinde insanları Allah'ın tüm peygamberlerine indirmiş olduğu hak dine davet edecektir. Bu hak din, İslamiyet'dir. Dinin Allah Katında İslam olduğu, "Hiç şüphesiz din, Allah Katında İslam'dır..." (Al-i İmran Suresi, 19) ayetiyle haber verilmiştir. Hz. İsa (as) da ikinci kez gelişinde insanlar arasında son hak kitap olan Kuran'la hükmedecek ve Allah'ın izniyle tüm insanları İslam ahlakında birleştirecektir.
Nitekim Bediüzzaman Said Nursi de, açıklamalarında Hz. İsa (as)'ın gelişiyle birlikte Hıristiyanlığın batıl inanışlarından sıyrılarak gerçek İseviliğe döneceğini haber vermiştir:
İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselam'ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakiki İsevilik dini zuhur edecek (ortaya çıkacak), yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hal-i hazır Hıristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek (temizlenecek), hurafattan ve tahrifattan (hurafelerden ve tahriflerden) sıyrılacak, hakaik-i İslamiye (İslam gerçeği) ile birleşecek; manen Hıristiyanlık bir nevi İslamiyet'e inkılab edecektir. Ve Kuran'a iktida ederek (uyarak), o İsevilik  şahs-ı manevisi tabi (uyan) ve İslamiyet metbu (uyulan) makamında kalacak; din-i hak bu iltihak (katılma) neticesinde azim bir kuvvet bulacaktır.21
Bediüzzaman'ın sözlerinde belirttiği gibi, Hıristiyanlık dini, Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelişiyle birlikte, batıl inanışlardan, hurafelerden ve tahrif olmuş özelliklerinden arınacak ve temizlenecektir. İsevilik gerçek din olan İslamiyet ile birleşecek, manevi olarak Hıristiyanlık İslamiyet'e dönecektir.
Bu durum, sapkın inanışlarını ve batıl uygulamalarını devam ettirmek isteyen insanlar tarafından tereddütle karşılanacak ve insanların büyük bir çoğunluğunun Hz. İsa (as)'ı tanıyamamasına neden olacak olabilir. Ancak vicdan sahibi, Allah'a samimi olarak iman eden, Allah'tan korkup sakınan, ahiret gününde hesap vereceğine inanan müminler ise Hz. İsa (as)'ı gördüklerinde hemen ona iman edecek ve gönülden tabi olacaklardır.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de, Hz. İsa (as) yeniden yeryüzüne geldiğinde, Müslümanların bu değerli insanın yardımcıları olma şerefine erişeceklerini haber vermiştir. Peygamberimiz (sav)'in hadis-i şerifinde şöyle buyrulmaktadır:
... Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, elbette Meryem oğlu İsa (kıyamete yakın indirildiği zaman) benim ümmetimde, kendi (peygamberliği dönemindeki sahabeleri olan) havarilerine halef (onların yerini tutacak kimseler) bulacaktır.22
Hz. İsa (as)'ın yardımcıları olmak, hiç şüphesiz samimi olarak iman edenler için hem çok büyük bir müjde hem de önemli bir sorumluluktur. Hz. İsa (as)'ın destekçisi olmak gibi şerefli bir konuma erişebilmek tüm iman edenlerin gönülden talebidir.
Geçmişte de Dönemin Sözde Din Adamları Hz. İsa (as)'ı Tanıyamamışlardır
Hz. İsa (as)'ın yaşadığı dönemde, Akdeniz tümüyle Roma İmparatorluğu'nun egemenliği altındaydı. Romalılar Akdeniz çevresinde yaşayan tüm toplumlar gibi, çok tanrılı batıl bir dine inanıyorlardı. Musevi toplumunun içinde de dini farklı şekillerde yorumlayan birçok mezhep bulunmaktaydı. Allah'ın Hz. Musa (as)'a vahyettiği hak dinden uzaklaşılmış, batıl gelenekler ve çarpık inançlar türetilmişti. Hz. İsa (as) yeryüzüne ilk gelişindeki bu dönemde, hem sputperest Helen kültürüyle ve hem de Museviler içindeki bazı müşrik gruplarla çok büyük bir fikri mücadele içinde olmuş, onlara Allah'ın dinini hikmetli örneklerle anlatmıştır.
Ancak, Hz. İsa (as)'ın insanları davet ettiği hak yola karşı çıkanların başında birtakım sözde din adamları yer almıştır. Bu kimseler, Allah'ın Hz. İsa (as) aracılığıyla insanlara gönderdiği vahiyden rahatsızlık duymuşlardır. Çünkü Hz. İsa (as)'ın tebliği, hem maddeci bir dünya görüşüne sahip olanların, hem de samimiyetini kaybederek, şekle ve hurafeye yönelenlerin yanlış yolda olduklarını göstermekteydi.
Kurulu düzenden menfaat sağlayan bu sözde din adamları, kendilerini hak olana çağırdığını bildikleri halde Hz. İsa (as)'ın tebliğine uymayı kabul etmemişlerdir. Söz konusu kişiler, Musevi toplumu üzerinde büyük bir otoriteye sahiptiler. Din adamı gibi görünerek herkesten büyük bir saygı görüyorlardı. Oluşturdukları batıl sistem, onlara statü ve hatta para kazandıran bir kurum haline gelmişti. Ülkeyi yönetmekte olan Roma Valisi ile de iş birliği içindelerdi. Bu sayede Roma'nın kendilerine sağladığı ayrıcalıklardan yararlanmaktaydılar. Bu şartlar göz önünde bulundurulduğunda, Hz. İsa (as)'ın tebliğinin neden bu sözde din adamlarını rahatsız ettiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Çünkü Hz. İsa (as) da tüm peygamberler gibi, gönderildiği toplumun insanlarına, bozuk olan, her türlü ahlaksızlığı meşru gören bu batıl sistemin kötülüklerini anlatmış, onları bundan vazgeçmeye çağırmıştır. İnsanlara yaptıkları tüm adaletsizlikleri, haksızlıkları, ahlaksızlıkları ve putperest dinlerini terk etmelerini sadece Allah için yaşamalarını tebliğ etmiştir. İnsanlara Allah'tan korkup sakınmayı, Allah'ı sevmeyi, Allah'a teslim olmayı öğütlemiştir.
İncil'de Hz. İsa (as)'ın, halkın önünde bu sahte din adamlarının sahtekarlıklarını şu şekilde açıkladığı ifade edilir:
Uzun kaftanlar içinde dolaşmaktan hoşlanan, meydanlarda selamlanmaya, havralarda en seçkin yerlere, şölenlerde baş köşelere kurulmaya bayılan din bilginlerinden sakının. Dul kadınların malını mülkünü sömüren, gösteriş için uzun uzun dua eden bu kişilerin cezası daha da ağır olacaktır.  (Luka, 20: 46-47)
Kuran'da ise Hz. İsa (as)'ın Tevrat'ı doğrulamak, Musevileri batıl inanış ve uygulamalarından arındırmak için gönderildiği birçok örnekle haber verilmiştir. Al-i İmran Suresi'nde Hz. İsa (as)'ın tebliği şöyle haber verilmiştir:
Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbiniz'den bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin. Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz'dir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur. (Al-i İmran Suresi, 50-51)
Dönemin bazı Musevi din adamları, kitaplarında yazılı olan Mesih'i bekliyor olmalarına ve Hz. İsa (as)'ın üstün ahlakına, imanına ve Rabbimiz'in ona lütfettiği mucizelere şahit olmalarına rağmen Hz. İsa (as)'ı tanımazlıktan gelmiş ve ona karşı büyük mücadele yürütmüşlerdir. İşte geçmişte menfaatleri sarsılan bazı sözde din adamlarının Hz. İsa (as)'a karşı çıkmaları gibi, Hz. İsa (as) yeniden dünyaya geldiğinde de benzer ahlaka sahip kişilerin Hz. İsa (as)'a karşı çıkmaları söz konusu olabilir. Sözde din adamı görünümünde olan bu kişilerin kendilerince Hz. İsa (as) aleyhinde konuşmaları ve bu yönde propaganda yapmaları halkın bazı kesimlerinin de yanlış yönlenmesine sebep olabilir. Oysa samimi olarak Allah'ın indirdiği dine inanan ve yalnızca Allah rızası için yaşayan bir insan, Allah'ın izniyle, Hz. İsa (as)'ı gördüğü anda vicdanıyla hemen bu mübarek peygamberi tanır ve ona tam bir teslimiyetle teslim olur. Samimi olarak iman edenlerin, makam mevki elde etmek, elde etmiş oldukları konumları korumak gibi bir kaygı ve endişeleri yoktur. Salih müminlerin tek istekleri yalnızca Allah'ı razı etmek ve O'nun hoşnut olacağı bir yaşam sürebilmektir. Hz. İsa (as) geldiğinde de, yine yalnızca Allah'ın rızasını gözetmelerinden dolayı, Allah'ın izniyle bu mübarek peygambere tabi olacak ve onu en güzel şekilde destekleyeceklerdir.
Yeryüzüne Beşer Olarak Gelmesi, Bazı İnsanların Hz. İsa (as)'ı Tanımalarını Engelleyecektir
Hıristiyanlığın tahrif edilmiş sapkın inanışlarından biri de, Hz. İsa (as)'ın sözde ilahlaştırılması (Allah'ı tenzih ederiz) ve Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olduğunun (Allah'ı tenzih ederiz) iddia edilmesidir. Bu sapkın inanışlar, bazı insanların Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde, bu mübarek peygamberi tanımalarına engel olabilir. Kuran'da bu sapkın inanç şu şekilde bildirilmiştir:
Andolsun, "Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler küfre düşmüştür... (Maide Suresi, 72)
Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu ('Ol' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz... (Nisa Suresi, 171)
Hz. İsa (as) da diğer tüm peygamberler gibi, Allah Katında seçkin, onurlu ve değerli olan mübarek bir beşerdir. Rabbimiz'in tüm insanlara örnek olacak bir ahlak ve imanla yarattığı bir kuludur. İnsanlara, şirk koşmadan, bir ve tek olan Allah'a iman etmelerini öğütlemiştir. Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde de, Hıristiyanlığı bu tahrif edilmiş sapkın inanışlardan arındıracaktır. İnsanları, Kuran'da bildirilen yüce sıfatlarıyla Rabbimiz'e yönelip dönmeye, yalnızca O'nun rızası için yaşamaya, ahiret gününde hesap vereceklerini unutmamaya, her türlü batıl inanç ve uygulamayı terk edip gerçek din ahlakını yaşamaya davet edecektir. Hıristiyanlık inancı içerisinde bazı insanların öne sürdükleri iddiaların büyük bir yalandan ibaret olduğunu, kendisinin yalnızca bir beşer ve Allah'ın peygamberi olduğunu onlara Hz. İsa (as)'ın bizzat kendisi açıklayacaktır. Kuran'da Hz. İsa (as)'ın insanlara şirk koşmadan iman etmelerini bildirdiği şu şekilde haber verilmiştir:
... Oysa Mesih'in dediği (şudur:) "Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin. Çünkü O, Kendisi'ne ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur." (Maide Suresi, 72)
Tarih boyunca inkarcıların iman etmemek ve elçilerin çağrılarına uymamak için öne sürdükleri batıl iddialardan biri; peygamberlerin kendileri gibi insanlar oldukları ve bu nedenle onlara inanmayacaklarını söylemeleridir. Aslında bu ve benzeri batıl mantıklar, bu kimselerin iman etmemek için öne sürdükleri samimiyetsiz bahanelerdir. Allah Kuran'da bu ahlaktaki insanların iman etmek için elçilerden mucize istediklerini ancak, Rabbimiz'in bir lütfu olarak mucizeler gerçekleştiğinde yine de iman etmediklerini bildirmiştir:
Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse, kesin olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. De ki: "Ayetler, ancak Allah Katındadır." Onlara (mucizeler) gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz? (Enam Suresi, 109)
Nitekim inkar edenlerin, geçmiş toplumlara gönderilmiş elçilere verdikleri cevaplar da, bu kimselerin sapkın mantık örgülerini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de toplumunu din ahlakını yaşamaya çağırdığında onlardan benzer cevaplar almıştır. Bu kimselerin gösterdikleri sapkın tavır Kuran'da şöyle haber verilmektedir:
Dediler ki: "Bu elçiye ne oluyor ki, yemek yemekte ve pazarlarda dolaşmaktadır? Ona, kendisiyle birlikte uyarıcı olacak bir melek indirilmesi gerekmez miydi? Ya da kendisine bir hazinenin bırakılması veya (ürünlerinden) yemekte olduğu bir bahçesi olması (gerekmez miydi)?" Zulmedenler dedi ki: "Siz olsa olsa, ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz." Bir bak; senin için nasıl örnekler verdiler de böylece saptılar. Artık onlar hiçbir yol bulamazlar. (Furkan Suresi, 7-9)
Ayetlerde de buyrulduğu gibi, öne sürdükleri örnekler, bu kişilerin doğru yoldan sapmalarına neden olmaktadır. Benzer ahlaka ve mantık örgüsüne sahip olan kişiler, Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde de aynı bahanelerle peygambere uymaktan ve ona destek olmaktan kaçınacak olabilirler. Bu kişilerin, söz konusu çarpık mantıkları öne sürerek yapacakları propagandalar, Hz. İsa (as)'ın pek çok insan tarafından da tanınmasına engel olacak olabilir. Hıristiyanlığın sapkın inanışlarını muhafaza etmek isteyen çevrelerin de desteğiyle bu kişiler, Hz. İsa (as) geldiğinde insanları ona uymaktan alıkoyabilmek için faaliyet yürütecek olabilirler. Çeşitli yalanlarla ve batıl telkinlerle insanları Hz. İsa (as)'dan uzaklaştırmaya çalışabilirler. Kuran'da;
Dediler ki: "Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık (dalalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz." (Kamer Suresi, 24)
"Eğer sizin benzeriniz olan bir beşere boyun eğecek olursanız, andolsun, siz gerçekten hüsrana uğrayanlar olursunuz." (Müminun Suresi, 34)
ayetlerinde bildirilen ifadelere benzer yalanlarla insanları aldatmaya çalışabilirler. Ancak müminler, "Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz?..."(Maide Suresi, 75) ayetinde haber verildiği gibi, Hz. İsa (as)'ın yalnızca Allah'ın bir elçisi olduğunu, ancak Allah Katında çok mübarek bir insan olduğunu bilirler. Hz. İsa (as), Allah'ın takdir ettiği vakitte yeniden dünyaya geldiğinde de bu bilinçle, Hz. İsa (as)'a gönülden bir sevgi ve saygıyla bağlanır ve ona en güzel şekilde destek olurlar.
Hz. İsa (as)'ın Öldüğü Yanılgısını Öne Sürenlerin Propagandaları, Hz. İsa (as)'ın Tanınmamasına Neden Olacaktır
Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne geleceği dönemde bazı insanların, Hz. İsa (as)'ın öldüğü ve ikinci kez gelmeyeceği yanılgılarını sürekli gündemde tutmaları da, Hz. İsa (as)'ın tanınmasını engelleyecek nedenlerden biri olabilir. Oysa Kuran'da Hz. İsa (as)'ın ölmediği ve öldürülmediği açıkça bildirilmiştir. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde de Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne geleceği pek çok detayıyla müjdelenmiştir. Ayrıca Kuran'da Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya geleceğine işaret eden birçok ayet bulunmaktadır.
Tüm bu gerçeklere rağmen bazı kimseler, konu hakkında yeterince bilgi sahibi olmadıklarından ya da bazı ön yargıları nedeniyle Hz. İsa (as)'ın öldüğü yanılgısını öne sürmekte ve yeniden dünyaya gelmeyeceğini iddia etmektedirler. Bu yanılgıya kapılmış olanların propagandaları, insanların büyük kısmını etkisi altına alıp onların da aynı aldanışla hareket etmelerine neden olabilir. Bu koşullar altında, Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde pek çok insan Hz. İsa (as)'ı tanıyamayacak olabilir.

HZ. İSA (AS)YERYÜZÜNE İKİNCİ KEZ GELDİĞİNDE ONU DESTEKLEYENLERİN SAYISI ÇOK AZ OLACAKTIR

Hz. İsa (as) İlk Geldiği Zamanlarda Çok Az Sayıda Kişi Tarafından Tanınabilecektir
Bu bölümün başından bu yana sayılan yanlış kanaatler, olumsuz faaliyetler ve propaganda yöntemleri sonucunda, yeryüzüne döndüğü ilk yıllarda Hz. İsa (as)'ı tanıyabilecek insanların sayısı çok az olacaktır. Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi ahir zamanda gerçekleşecek olan bu durumu sözlerinde şöyle haber vermiştir:
Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî Îsâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı (derin imanlı yakın talebeleri), nur-u iman (imanın ışığı) ile onu tanır.
Yoksa bedahet derecesinde (birdenbire ve açıkça) herkes onu tanımayacaktır.23
Bediüzzaman bir başka sözünde ise Hz. İsa (as)'ın toplumun büyük kesimi tarafından tanınamayacağını şöyle açıklamıştır:
"Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselam'ın nüzulü (inişi) dahi ve kendisi İsa Aleyhisselam olduğu, nur-u imanın (iman ışığının) dikkatiyle bilinir;  herkes bilemez." 24
Bediüzzaman'ın bu sözüne göre, Hz. İsa (as) yeryüzüne ilk geldiği zaman, kendisi de Hz. İsa (as) olduğunu bilmeyecek, ancak daha sonra farkına varacaktır. Talebeleri de onu ancak imanın nuru ile tanıyabileceklerdir. Ancak toplumun geneli açıkça onun Hz. İsa (as) olduğunu bilmeyecektir. Hatta tam tersine, insanların büyük çoğunluğu deccalin toplum üzerinde uygulayacağı çeşitli telkin ve propaganda yöntemleri sonucunda, ona karşı olacak ve onu etkisiz hale getirebilmek için mücadele vereceklerdir.
Hz. İsa (as)'ın Cemaatinin Sayısı Çok Az Olacaktır
Kuran'da, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ilk gelişinde kendisine tabi olanların sayısının oldukça az olduğuna işaret edilmiştir. Rivayetlerde de haber verildiğine göre, Hz. İsa (as)'a yalnızca az sayıdaki havarileri iman etmiş ve halktan da bu mübarek peygambere destek veren kimse olmamıştır. Bu durum Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
Ey iman edenler, Allah'ın yardımcıları olun: Meryem oğlu İsa'nın havarilere: "Allah'a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir?" demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki: "Allah'ın yardımcıları bizleriz." Böylece İsrailoğulları'ndan bir topluluk iman etmiş, bir topluluk da inkar etmişti. Sonunda Biz iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler. (Saff Suresi, 14)
Yeryüzüne ikinci kez gelişinde de, ilk zamanlarda Hz. İsa (as)'a inanıp, onu destekleyenlerin sayısı yine çok az olacaktır. Bediüzzaman, Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez gelişinde yaşanacak bu durumu şöyle haber vermiştir:
... "Deccalin fevkalâde büyük ve minareden daha yüksek bir azamet-i heykelde ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm ona nisbeten çok küçük bulunduğunu" gösterir. Bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: İsa Aleyhisselâm'ı nur-u îman (imanın ışığı) ile tanıyan ve tâbi' olan cemaat-ı ruhaniye-i mücahidînin (ruhani mücahidler cemaatinin) kemmiyeti (sayısı), deccalın mektebce ve askerce ilmî ve maddî ordularına nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir (maksadındadır).25
Bir başka sözünde ise Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde işaret edilen bu durumu şöyle açıklamıştır:
Hazret-i İsa (A.S.) deccal ile mücadelesi zamanında, on arşın yukarıya atlayıp sonra kılıncı onun dizine yetiştirebilir derecesinde, vücudca o derece deccalin heykeli Hazret-i İsa'dan büyüktür, diye meâlinde rivayet var. Demek deccal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dan on, belki yirmi misli yüksek kametli (boylu) olmak lâzm gelir... 

Birinci Cihet: Din-i İsevî'nin hakikîsini (Hıristiyanlığın gerçeğini) esas tutan İsevî ruhanîlerin cemaati ve onlara karş dinsizliği tervice (kabul ettirip geçerli kılmaya) başlayan cemaat tecessüm etseler (maddeleşip cisim haline gelseler), bir minare yüksekliğinde bir insann yannda bir çocuk kadar da olamaz.26
Bediüzzaman, bu sözlerinde deccalin elinde bulunduracağı maddi ve manevi güç gibi, çevresindeki insanların sayısının da çok fazla olacağını, Hz. İsa (as)'ın cemaatinin ise deccalinkine kıyasla çok az sayıda kişiden oluşacağını belirtmiştir. Hz. İsa (as)'ın toplumun büyük bir kesimi tarafından tanınamamasında, deccalin elinde bulundurduğu bu geniş kitle ve imkanlarla yürüteceği olumsuz propagandanın büyük etkisi olacaktır. (Doğrusunu Allah bilir).

HZ. MEHDİ (AS) ORTAYA ÇIKTIĞINDA NEDEN TANINMAYACAKTIR?

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), müminleri Hz. Mehdi (as)'ın gelişiyle müjdelemiş ve bu mübarek şahıs ortaya çıktığında tüm Müslümanların kendisine katılması gerektiğini bildirmiştir:
Ey insanlar, muhakkak Allah-u Teala size zalimleri, münafıkları ve onlara uyanları menetmiş ve size ümmet-i Muhammed'in en hayırlısı olan ve Mekke'de bulunan ismi Ahmet, babasının ismi Abdullah olan Hz. Mehdi (as)'ı reis kılmıştır, ona katılınız.27
Ancak buna rağmen insanların büyük çoğunluğu bu kutlu şahsı ilk ortaya çıkışında tanıyamayacaktır. Hatta kimileri de tam tersi bir düşünceye kapılacak, ona destek olmaktan kaçınacak, ondan uzak duracak ve ona karşı olumsuz bir faaliyet içerisine gireceklerdir.
Tüm Müslümanların asırlardır büyük bir heyecanla bekledikleri bu mübarek insanın tanınmamasının ise pek çok sebebi olacaktır. Peygamberimiz (sav)'in hadisleri ve İslam alimlerinin açıklamaları doğrultusunda bu sebeplerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Hz. Mehdi (as)'ın Haksızlığa ve İftiraya Uğraması Tanınmasını Engelleyecektir
Kuran'da, Allah'ın elçilerinin ve onlar gibi, insanları din ahlakına uymaya davet eden salih kişilerin menfaatperestlik, delilik, kendini beğenmişlik, büyücülük gibi türlü iftiralarla itham edildikleri haber verilmektedir. Ancak salih Müslümanlar kendilerine yöneltilen iftiraları her zaman örnek bir sabır ve tevekkülle karşılamış, inkarcıların tüm baskılarına rağmen Allah'ın emrettiği ahlakı yaşamaya ve insanları doğru yola davet etmeye devam etmişlerdir. Kuran ayetlerinde elçilerin karşılaştıkları bu durumu anlatan örneklerden bazıları şöyledir:
Yazıklar olsun kullara; ki onlara bir elçi gelmeye görsün, mutlaka onunla alay ederlerdi. (Yasin Suresi, 30)
Onlar için öğüt alıp-düşünmek nerede? Onlara, açıklayan bir elçi gelmişti. Sonra, ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: "(Bu,) Öğretilmiştir, bir delidir." (Duhan Suresi, 13-14)
İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlaka: "Büyücü ve cinlenmiş" demişlerdir. Onlar bunu (tarih boyunca) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır; onlar, 'azgın ve taşkın (tağiy)' bir kavimdirler. (Zariyat Suresi, 52-53)
Hani Musa, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, gerçekten benim sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçi olduğumu bildiğiniz halde, niçin bana eziyet ediyorsunuz?" İşte onlar eğrilip-sapınca Allah da onların kalplerini eğriltip saptırmış oldu. Allah, fasık bir kavmi hidayete erdirmez. (Saff Suresi, 5)
Ayetlerde bildirildiği gibi, insanların bir kısmı açık deliller ve mucizeler görmelerine rağmen, kendilerini Allah'a iman etmeye davet eden elçilerden yüz çevirmiş ve onlara karşı cephe almışlardır. Kuran'da geçmiş toplumların karşı karşıya kaldıkları bu durumun Allah'ın bir adetullahı olduğu belirtilmiş; tüm Müslümanların benzeri zorluklarla denenebilecekleri, çeşitli iftiralara uğrayabilecekleri, Kuran ahlakından uzaklaşmaları için manevi baskı görebilecekleri haber verilmiştir. Allah bu gerçeği, "Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?…" (Bakara Suresi, 214) ayetiyle bizlere bildirmiştir. Bir başka Kuran ayetinde ise müminlerin inkar edenlerden çeşitli baskılar görecekleri şöyle açıklanmaktadır:
Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir. (Al-i İmran Suresi, 186)
Ve yine Kuran'da bildirilen adetullah gereği, müminlerin aleyhine kurulan her tuzak en başından bozulmuş, atılan her iftira da boşa çıkmış olarak yaratılmıştır. Allah Kuran'da, inkar edenlerin bu girişimlerinin daima müminlerin lehinde sonuçlanacağını haber vermiştir. Ahirette ise Allah, elçilerine ve salih kullarına haksız yere eziyet eden bu kimseler için aşağılatıcı bir azap olduğunu bildirmiştir:
Gerçek şu ki, Allah'a ve elçisine eziyet edenler; Allah, onlara dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için aşağılatıcı bir azap hazırlanmıştır. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara irtikab etmedikleri (bir suç) sebebiyle eziyet edenler ise, gerçekten bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir. (Ahzab Suresi, 57-58)
İnkar edenler ve müşrikler, elçilerin tebliğ ettikleri hak dinin yıllardır devam ettirdikleri kendi yerleşik menfaat düzenlerine zarar vereceğini düşünerek, salih müminlere karşı olmuşlardır. Bu, insanların Allah'a iman etmelerini engelleyebilmek ve elçilerin tebliğlerini geçersiz kılabilmek amacıyla inkar edenlerin yüzyıllardır uyguladıkları bir yöntemdir. Peygamber Efendimiz (sav) de hadislerinde, kendisinden sonra gelecek tüm elçilerin ve evliyaların Allah'ın gönderdiği dini tebliğ etmeleri ve yaymaları nedeniyle çeşitli zorluk ve iftiralara maruz kalacaklarını haber vermiştir. Bir başka hadisinde ise Peygamberimiz (sav), kendi soyundan gelen halkının kendisinden sonra pek çok zorluk ve sıkıntıyla karşılaşacaklarını bildirmiştir:
... Biz öyle bir ev halkıyız ki; Allah bizim için ahireti dünyaya tercih etmiştir. Benim Ehl-i Beytim (soyum) muhakkak benden sonra bela, kaçırılma ve sürgüne uğrayacaktır. Benden sonra Ehl-i Beytim (soyum) bela ve mihnetlerle (eziyet, sıkıntı) karşılaşacaklar ve darbe maruz kalacaklardır.28
Peygamberimiz (sav)'in pek çok hadisinde belirtildiği gibi, Hz. Mehdi (as) de Peygamberimiz (sav)'in ev halkından yani onun soyundan gelecek bir şahıs olacaktır. Bu hadislerden biri şöyledir:
"Mehdi, bizden, Ehl-i Beyttendir." 29
Hadislerde Hz. Mehdi (as)'ın, diğer evliya ve enbiyalar gibi, türlü haksızlıklara ve ağır suçlamalara maruz kalacağı ayrıca şöyle bildirilmektedir:
... (Mehdi) İki rekat namaz kılar. Namazdan dönünce şöyle der: "Ey insanlar! Ümmet-i Muhammed ve bilhassa onun Ehl-i Beyti çok belalar gördü ve bizler kahr (azap) ve haksızlığa maruz kaldık (uğradık)." 30
Başka bir rivayette ise, Hz. Mehdi (as)'a, ahir zamanda ona ve Hz. İsa (as)'a karşı büyük bir mücadele verecek olan deccalin destekçileri tarafından baskı uygulanacağı haber verilmiştir. Hadisin işaret ettiğine göre, Hz. Mehdi (as)'ın ve Hz. İsa (as)'ın fikri mücadelesine karşılık deccal ve destekçileri bu mübarek şahısları engellemek, tutuklamak, topraklarından sürmek ya da öldürmek amacıyla çeşitli tuzaklar kuracaklardır.
Peygamberimiz (sav)'in tüm bu hadislerinden, Hz. Mehdi (as) ve cemaatinin yoğun bir karalama ve iftira kampanyası ile mücadele etmek zorunda kalacaklarına işaret edildiği anlaşılmaktadır. Dönem ahir zaman olduğu için, insanların büyük kısmında hakim olan derin şüphecilik, güvensizlik, sabırsızlık ve sadakatsizlik, çoğu kimsenin bu iftiralara kulak vermelerine, samimi Müslümanlara ise itimat etmemelerine neden olacaktır.
Bediüzzaman Said Nursi, bu dönemi bir sözünde şöyle tarif etmektedir:
... Hem yirmi seneden beri tahribkarane (yıkıcı şekilde) çok dehşetli zulüm altında o derece ahlak bozulmuş ve sabır ve sadakat kaybolmuş ki, ondan belki de yirmiden birisine itimad edilmez (güvenilmez)… (Kastamonu Lahikası, sf. 86)
Büyük İslam alimi Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, ahir zamandaki ahlaki bozulma nedeniyle insanlar Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'a şüpheyle yaklaşacaklar, onların Allah'ın dinini yaymak amacıyla yaptıkları faaliyetlerinin değerini anlamayacak, hatta bu kıymetli insanların hizmetlerini engellemeye çalışacaklardır. Bediüzzaman'a göre, bu nedenle tüm İslam dünyasının heyecanla beklediği Büyük Müceddid (her yüzyıl başında gönderilen büyük İslam alimi) uzun yıllar boyunca insanlar arasında Mehdi (as) sıfatıyla tanınmayacaktır. Tam aksine toplumun önemli bir kesimi onu –tarihteki tüm Müslümanlara karşı olduğu gibi- dinlerini dejenere etmekle, sapkınlıkla, yalancılıkla ve daha birçok asılsız iftiralarla suçlayacaklardır. Ancak, hadislerde işaret edildiği üzere, Hz. Mehdi (as) tüm bu karalama ve iftiralara çok üstün bir sabır ve tevekkülle karşılık verecek, din ahlakını yaşamada ve tebliğ etmekteki kararlılığından taviz vermeyecektir.
Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi (as)'ın göstereceği bu üstün ahlakı hadislerinde şöyle belirtmiştir:
İnsanlar, hakka dönünceye kadar mücadelesine devam edecektir.31
Fitneleri önlemenin kendisine zor gelmeyeceği ve öldürmenin de onu vazgeçiremeyeceği Ehli Beytime mensup birisi sahip olmadan günler ve geceler bitmeyecektir. 32
Peygamber Efendimiz (sav) diğer bir hadisinde tüm bu baskı ve saldırıların Hz. Mehdi (as)'ı daha da güçlendireceğine işaret etmiştir:
Mümin şahıs (Mehdi) deccali görünce: "Ey insanlar! Resulullah'ın zikrettiği deccal işte budur" der. Deccal hemen onunla ilgili emrini verir de o zat karnı üzerine uzatılır ve arkasından: "Onu alın da yaralayın" der. Artık o zatın sırtı ve karnı döve döve genişletilir. Bu sefer onu iki eli ve iki ayağı ile yakalar da fırlatır atar. İnsanlar deccalin onu bir ateş içine attığını sanırlar. Halbuki o bir cennet içine atılmıştır.33
Hadiste mecazi anlamda kullanılan, Hz. Mehdi (as)'ın "sırtı ve karnından dövüle dövüle genişletilmesi" ifadesi, aleyhinde kurulan tüm tuzakların Hz. Mehdi (as)'ı daha da güçlendireceğine, tebliğinin etkisini daha da artıracağına işaret ediyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir).
Hadiste ayrıca, deccal ve taraftarlarının yapacakları her türlü sözlü ya da yazılı saldırının, halkın nazarında sözde Müslümanların itibarlarını zedelemek için ortaya atacakları her iftira ve karalamanın, Hz. Mehdi (as) cemaatinin hayrına olacağına da işaret edilmektedir. Hz. Mehdi (as) aleyhinde yürütülecek olan tüm bu faaliyetler, salih müminlerin dünya çapında daha iyi tanınmalarına, mümin vasıflarının daha fazla ortaya çıkmasına, Allah'a olan imanlarında derinleşmelerine ve Allah'ın izniyle cennette derecelerinin artmasına vesile olabilir. (En doğrusunu Allah bilir).
Tarih Boyunca Gönderilen Peygamberler de Çeşitli İftiralarla İtham Edilmişlerdir
Tarih boyunca, yeryüzünde ahlaksızlığı ve bozgunculuğu yaygınlaştırmak isteyen insanlar, kendilerini doğru yola çağıran salih müminlere karşı iftira yöntemini kullanmışlardır. Bu yöntem Hz. Nuh (as)'tan Hz. Süleyman'a, Hz. Musa (as)'dan Hz. Muhammed (sav)'e, Allah'ın tüm elçilerine ve yanlarındaki salih müminlere karşı kullanılmıştır. Ancak Allah'ın izniyle hiçbir zaman amacına ulaşamamış; atılan iftiralar bu kıymetli insanlara zarar verememiştir. Allah daima salih kullarını bu ithamlardan temize çıkarmıştır. Kuran'da bu konuda verilen örneklerden biri Hz. Musa (as)'dır:
Ey iman edenler, Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın; ki sonunda Allah onu, demekte olduklarından temize çıkardı. O, Allah Katında vecihti. Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve sözü doğru söyleyin. (Ahzab Suresi, 69-70)
Tarih boyunca gönderilmiş olan tüm elçi ve peygamberlerin aynı durumla karşılaşmış olmaları, Hz. Mehdi (as)'a yöneltilen iftiraların, sözlü ya da fiili saldırıların da ahir zamana yönelik çok önemli birer alamet olduğunu göstermektedir.
Ancak geçmişte Müslümanlara atılan iftiralar nasıl sonuçsuz kaldıysa, ahir zamanda da Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın Kuran ahlakını tüm insanlar arasında yerleşik kılmalarını engellemek isteyenlerin iftiraları da -Allah'ın izniyle- aynı şekilde sonuçsuz kalacaktır. Allah bir ayetinde müminlere karşı düzen kuran kimselerin içine düştükleri durumu şöyle bildirmektedir:
Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (Enam Suresi, 123)
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde de, Hz. Mehdi (as) ve cemaatine yönelik saldırı ve iftiraların etkisiz kalacağına ve tüm bunların bu mübarek topluluğun şevkini, heyecanını ve Allah'ın dinine olan bağlılığını daha da artıracağına yönelik işaretler yer almaktadır. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde bu kutlu cemaatin bu özelliğini şu şekilde tarif etmektedir:
Sizden sonra onlarla mücadele etmek için Müslümanların en hayırlıları (Mehdi cemaati) çıkar ki, onlar Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasından, dedikodusundan korkmayan İslam ahalisidir...34
Tüm bu bilgiler, salih müminlerin ne kendilerine ne de diğer inananlara atılan iftiralar karşısında tedirginliğe kapılmamaları ve Müslümanların kardeşlerine şüpheyle bakmamaları gerektiğini göstermektedir. Müminin yapması gereken, yaşadığı her olayı, inkarcıların sözlü ve fiili saldırılarını hep Kuran'da bildirilen bakış açısına göre değerlendirmektir. Geçmişte Allah'ın elçileri ve yanındakiler maruz kaldıkları iftiralara nasıl güzel bir sabır ve itidalli bir tutumla karşılık verdilerse, günümüzde de tüm müminler aynı tevekküllü tavrı göstermelidirler. Bu şekilde Kuran ayetleri doğrultusunda düşünmeleri, Allah'ın izniyle, insanların Hz. Mehdi (as)'ı tanımalarının önündeki engellerin de kalkmasına vesile olacaktır.

 
Büyücülük İftirası
Andolsun, Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; Firavun'a, Haman'a ve Karun'a. Ama onlar: "(Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür" dediler. (Mümin Suresi, 23-24)
İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlaka: "Büyücü ve cinlenmiş" demişlerdir. Onlar bunu (tarih boyunca) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır; onlar, 'azgın ve taşkın (tağiy)' bir kavimdirler. (Zariyat Suresi, 52-53)
İçlerinden bir adama: "İnsanları uyar ve iman edenlere, muhakkak kendileri için Rableri Katında 'gerçek bir makam' olduğunu müjde ver" diye vahyetmemiz, insanlara şaşırtıcı mı geldi? İnkar edenler: "Gerçekten bu, açıkça bir büyücüdür" dediler. (Yunus Suresi, 2)
Biz onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o zalimlerin: "Siz büyülenmiş bir adamdanbaşkasına uymuyorsunuz" dediklerini çok iyi biliriz. (İsra Suresi, 47)
Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin. Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim." (Şuara Suresi, 153-154)
… Zulmedenler dedi ki: "Siz olsa olsa, ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz." (Furkan Suresi, 8)
Yalancılık İftirası
Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum." (Kasas Suresi, 38)
İçlerinden kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar. Kafirler dedi ki: "Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür. İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey." (Sad Suresi, 4-5)
Semud (kavmi) de uyarıları yalanladı. Dediler ki: "Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık (dalalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz. Zikr (vahy) içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarıktır." Onlar yarın, kimin çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarık olduğunu bilip-öğreneceklerdir. (Kamer Suresi, 23-26)
Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler dediler ki: "Gerçekte biz seni 'akli bir yetersizlik' içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz." (Hud:) "Ey kavmim" dedi. "Bende 'akıl yetersizliği' yoktur; ama ben gerçekten alemlerin Rabbinden bir elçiyim" dedi. "Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm." (Araf Suresi, 66-68)
Delilik İftirası
Ya da kendi elçilerini tanımadılar mı ki, şimdi onu inkar ediyorlar? Yahut: "Onda bir delilik var" mı diyorlar? Hayır, o, onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar. (Müminun Suresi, 69-70)
Onlar: "Ey kendisine kitap indirilen (Muhammed). Gerçekten sen cinlenmiş (bir deli)sin," dediler. (Hicr Suresi, 6)
O inkar edenler, zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. "O, gerçekten bir delidir" diyorlar. (Kalem Suresi, 51)
Sonra, ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: "(Bu,) Öğretilmiş ,bir delidir."  (Duhan Suresi, 14)
Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler dediler ki: "Gerçekte biz seni 'akli bir yetersizlik' içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz." (Araf Suresi, 66)
"O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin." "Rabbim" dedi (Nuh), "Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et." (Müminun Suresi, 25-26)
Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O 'baskı altına alınıp engellenmişti.' (Kamer Suresi, 9)
 (Firavun) Dedi ki: "Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir." (Şuara Suresi, 27)
Fakat o, 'bütün kişisel ve askeri gücüyle' yüz çevirdi ve: "(Bu,) Ya bir büyücü veya bir delidir" dedi. Bunun üzerine, Biz onu ve ordularını yakalayıp denize attık; (ki o,) 'kınanacak işler yapıyordu.' (Zariyat Suresi, 39-40)
Sapkınlık İftirası
Dediler ki: "Bunlar herhalde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler. Bundan ötürü, tuzaklarınızı biraraya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün üstünlük sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur." (Taha Suresi, 63-64)
Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum." (Mümin Suresi, 26)
Kavminin önde gelenleri: "Gerçekte biz seni açıkça bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde görüyoruz" dediler. (Araf Suresi, 60)
Doğrusu, 'suç ve günah işleyenler,' kimi iman edenlere gülüp-geçerlerdi. Yanlarına vardıkları zaman, birbirlerine kaş-göz ederlerdi. Kendi yakınlarına döndükleri  zaman neşeyle dönerlerdi. Onları gördükleri zaman ise: "Bunlar elbette şaşkın-sapıklardır" derlerdi. (Mutaffifin Suresi, 29-32)
İnkarcıların Alay ve Kin Dolu Sözleri
Kavminden, ileri gelen inkarcılar: "Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz" dedi. (Hud Suresi, 27)
Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: "Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?" "Yoksa ben, şundan daha hayırlı değil miyim ki o, aşağı (sınıftan) bir zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamadan yoksun olan (biri)dir." (Zuhruf Suresi, 51-52)
Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdi. Sonunda Bizi öfkelendirince, Biz de onlardan intikam aldık, böylece onları toplu olarak suda boğduk. Bu suretle onları, sonradan gelecekler için bir selef ve bir örnek kıldık. (Zuhruf Suresi, 54-56)
Şımarıklık ve Kendini Beğenmişlik İftirası
Semud (kavmi) de uyarıları yalanladı. Dediler ki: "Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık (dalalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz." "Zikr (vahy) içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o çok yalan söyleyen,kendini beğenmiş bir şımarıktır." Onlar yarın, kimin çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarık olduğunu bilip-öğreneceklerdir. (Kamer Suresi, 23-26)
Menfaat ve İktidar Peşinde Olduğu İftirası
Onlar: "Siz ikiniz (Hz. Musa ve Hz. Harun), bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize inanacak değiliz" dediler. (Yunus Suresi, 78)
... Bu sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor... (Müminun Suresi, 24)
Halkın Güvenliğini ve Huzurunu Tehdit Ettiği İftirası
(Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere: "Bu" dedi, "Doğrusu bilgin bir büyücüdür. Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?" (Şuara Suresi, 34-35)
Firavun: "Ben size izin vermeden önce ona iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı burdan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz." (Araf Suresi, 123)
Hz. Yusuf (as)'a Atılan İftira
Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte Biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin içindir, gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü o benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez." Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi- o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle Biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı. Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: "Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?" (Yusuf Suresi, 22-25)
Kadın dedi ki: "Beni kendisiyle kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve elbette küçük düşürülenlerden olacak." (Yusuf Suresi, 32)
Hz. Meryem'e Atılan İftira
Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü. Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)." Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)." O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi. "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti. (Meryem Suresi, 16-21)
Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın." "Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi." (Meryem Suresi, 27-28)
Yukarıdaki ayetlerde haber verilen bu iftiraların hepsi ve daha da fazlası, hadislerde ve İslam alimlerinin sözlerinde haber verildiğine göre, Hz. Mehdi (as) için de ortaya atılacaktır. Delilik, yalancılık, sapkınlık, menfaatperestlik, insanları doğru yoldan uzaklaştırmak gibi iftiralarla itham edilmesi nedeniyle bu mübarek insana karşı halkta olumsuz bir kanaat oluşacak olabilir. Hadislerde bu korku, tedirginlik ve şüphe nedeniyle de insanların Hz. Mehdi (as)'dan uzak duracaklarına işaret edilmektedir.

Bediüzzaman Said Nursi'ye Karşı da Aynı İftira Yöntemleri Kullanılmıştır

Allah'ın dinine olan bağlılığı ve Allah yolundaki kararlılığı, samimiyeti, ihlası ile bilinen her Müslüman, inkar edenlerin fiili ve sözlü saldırılarına uğramıştır. Çok yakın bir geçmişte bazı inkarcı çevrelerin zulmü ile karşılaşmış ve vefatına kadar yaşadığı zulüm ve sıkıntılara sabırla tevekkül etmiş olan 13. yüzyılın müceddidi Bediüzzaman Said Nursi, bu konudaki önemli örneklerden biridir. İnsanları Allah'ın varlığını ve sonsuz kudretini takdir etmeye, kainattaki yaratılış delilleri üzerinde düşünmeye ve Kuran ahlakını yaşamaya davet eden Bediüzzaman, tarih boyunca gönderilmiş tüm elçiler gibi, din ahlakına karşı olan bazı kişilerin iftiralarına maruz kalmıştır. 13. asrın büyük müceddidi olduğu halde, yaşadığı toplumda bir müceddid olarak da tanınmamıştır. Hatta dönemin bir kısım alimleri kendisinin ne kadar üstün ve mübarek bir şahıs olduğunu fark edemeyerek ona muhalefet etmiş ve kendisini çeşitli iftiralarla itham etmişlerdir.
Bediüzzaman bu nedenlerle hayatının çok büyük bir kısmını hapishanelerde veya sürgünde geçirmiştir. Yaşadığı dönem boyunca bu kıymetli insanın değeri tam olarak anlaşılmamış, hikmetli eserlerini ortadan kaldırmak isteyen bazı çevreler tüm güçleriyle ona saldırmışlardır. Bu değerli insanın görüşlerinden ve tefekkürlerinden faydalanmak yerine onu susturmayı kendilerine hedef edinmişlerdir.
Bediüzzaman Said Nursi, 20. yüzyılda yetişmiş en büyük İslam alimlerinden biridir. 87 yıl süren hayatı boyunca İslam ahlakını insanlara anlatmış, materyalist felsefeye, din ve mukaddesat karşıtlarına karşı büyük bir fikri mücadele vermiştir. 6000 sayfalık dev eseri Risale-i Nur, hem çok derin bir Kuran tefsiri, hem de materyalist felsefeyi çürüten ve iman hakikatlerini çok hikmetli bir şekilde ortaya koyan muazzam bir yapıttır. Bediüzzaman Said Nursi, ahiret, ölüm, kader, iman, nefsin kötülükleri gibi birçok konuyu eserlerinde çok hikmetli örneklerle, derin ve etkileyici bir üslupla anlatmıştır. Onun samimi ve hikmetli üslubu binlerce insanın Allah'a iman etmesine ve imanda daha da derinleşmesine vesile olmuştur.
İnsanları Kuran ahlakına, hak dine davet etmek için verdiği bu fikri mücadelede Bediüzzaman Said Nursi'nin karşısına çıkan en büyük engellerden biri ise, materyalist felsefeyi ve din karşıtlığını hayat şekli olarak gören bazı çevreler olmuştur. Bu çevreler, ''din ahlakından uzak bir toplum oluşturma'' hedeflerini gerçekleştirmek için büyük çaba sarf etmişlerdir. Bediüzzaman Said Nursi de bu gibi asılsız felsefeleri çürüten, dinin akıl ve ilimle çatışmadığını, tam tersine aynı noktada birleştiğini ortaya koyan ve toplumda büyük bir manevi uyanış başlatan bir İslam alimidir. Bediüzzaman kendi fikri mücadelesini ve bu mücadelenin en önemli amaçlarından birini şu sözlerle tarif etmektedir:
... Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsi çiçeklere zemin hazır etmek lazım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nurani zatlara zemin izhar ediyoruz (hazırlıyoruz).35
O ileride gelecek acib şahsın bir hizmetkarı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı (ordunun arkasındaki kuvvet) ve o büyük kumandanın pişdar (önde giden, öncü) bir neferi olduğumu zannediyorum.36
Bediüzzaman'ın sözlerinde de açıkça ifade ettiği gibi o kendisini, ahir zamanın mübarek şahıslarına yani Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'a manevi olarak zemin hazırlayan bir er olarak tarif etmektedir. Yaşadığı dönemde kendisini engellemek için atılan iftiralar, hakkında ileri sürülen yalanlar Bediüzzaman'ın fikri mücadelesinin büyüklüğünün ve öneminin, hiç şüphesiz, en önemli göstergelerindendir. Bu iftiraların kimi zaman günümüzde dahi gündeme getirilmesi, yapılan çalışmaların etkisinin büyüklüğünü gösterir.
irtica velvelesinin içyüzüBediüzzaman'ın Allah'ın varlığını, milli ve manevi değerlerin önemini anlatan çalışmalarından rahatsız olan çevreler, ellerinde bulunan bazı basın organlarını da kullanarak, Bediüzzaman'a karşı en olmadık iftiraları atmışlardır. Örneğin bir gazetede Bediüzzaman'a "bazı safdilleri kandırarak kendilerinden para çekmek" 37 şeklinde iftira edilmiştir. Aynı gazetede farklı tarihlerde ise, "Said-i Nursi mühimsenecek bir kimse değildir. Maddi ve manevi menfaatler sağlamak amacında olan bir kimsedir'' diye yalan haberler yayınlanmıştır.
Dünyadan hiçbir beklentisi olmayan, hiçbir malı mülkü bulunmayan, kendi deyimiyle ''kendisini beğenmemeyi kendisine meslek edinen''38 ve son derece mütevazı bir hayat yaşayan Bediüzzaman'a "talebelerinden para sızdırmak", "liderlik hırsını tatmin etmek" gibi haksız ve gerçeklerle hiçbir şekilde bağdaşmayan, asılsız iftiralar atılmıştır. Bu çirkin iftiraların amacı, bazı çevrelerin bu yolla Bediüzzaman'ı kendilerince "etkisiz, güvenilmez ve sözü dinlenmez" duruma getirebilmek olmuştur.
Bu iftiralar, geçmişte peygamberlere atılan iftiraların benzerleridir. Peygamberler de kavimleri tarafından, dini kullanarak menfaat elde etme iftirasıyla itham edilmişlerdir. Bediüzzaman bu iftiraların sonucunda hapis cezası almış ve Eskişehir hapishanesine gönderilmiştir. Eskişehir hapishanesinden tahliye olan Bediüzzaman, Kastamonu'da karakol karşısında bir evde oda hapsine alınmıştır. 8 sene sonra gelen Denizli Mahkemesi, kendisine 20 ay hapis cezası vermiş, daha sonra Bediüzzaman Emirdağ'a ''mecburi ikamet''e yollanmıştır.
Bütün bu olaylar sırasında sayısız işkence ve eziyete maruz kalmış, defalarca zehirlenmiştir. İlerleyen yıllarda da, son derece yaşlı ve hasta olmasına rağmen özellikle soğuk, nemli ve havasız hücrelerde tutulmuştur. Ancak, kendisine yapılan tüm bu eziyetlere sabır ve tevekkülle karşılık vermiş, imanının ve Allah'a olan bağlılığının ne kadar güçlü olduğuna tüm insanlar şahit olmuşlardır.
Bediüzzaman Said Nursi, Kuran ayetlerinde verilen örneklerde olduğu gibi "delilik" iftirası ile de karşılaşmıştır. 1908 yılında, yine suni olarak oluşturulan sebeplerle, mahkemeye sevk edilmiş ve mahkemenin görevlendirdiği doktor heyeti kendisine ''akli dengesi bozuk'' raporu vermiştir. Daha sonra sevk edildiği akıl hastanesindeki doktor, Bediüzzaman'ın kendisiyle konuşması sonucunda ''Bu adamda delilik varsa, dünyada akıllı yoktur''39diyerek, raporun asılsızlığını vurgulamıştır. Bediüzzaman bundan sonra da söz konusu çevrelere ait basın organlarında sık sık delilik suçlamasıyla gündeme gelmiştir.
Bunun gibi Bediüzzaman ve talebeleri için öne sürülen iftiralardan bir diğeri de, "İnanç Sömürücüleri" başlıklı yazı dizisiyle dönemin gazetelerinden birinde yer almıştır. Bu yazı dizisinde Bediüzzaman Said Nursi'nin talebeleri hakkında da Kuran'daki inkarcıların ''büyülenmişler'' iftirası tekrarlanmış ve ''Bunlar sadece ve sadece dini bir taassupla ona bağlanmışlar, gözleri kafaları başka bir şeyi görmez, anlamaz olmuştu''40şeklinde iftiralar yazılmıştır.
Sinan GüvenBüyük İslam mütefekkiri Bediüzzaman ve talebelerine yöneltilen suçlamaların tamamı, geçmişte yaşayan müminlere yöneltilen iftiraların aynısıdır. Kuran'da, geçmişte yaşamış ve Allah'ın gönderdiği elçilere tabi olmuş müminlerin de "düşük akıllılık", "sığ görüşlülük" gibi asılsız ve çirkin sözlerle itham edildikleri haber verilmiştir:
Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde:"Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)
Kavminden, ileri gelen inkarcılar: "Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz" dedi. (Hud Suresi, 27)
Oysa Bediüzzaman ve yanındaki müminler, Allah'a olan güçlü imanları, akılları, vicdanları ile Kuran ahlakıyla hareket eden aklı selim, samimi insanlardı. Ve bu iftiraları atanlar da aslında bunun böyle olduğunu çok iyi biliyorlardı. Nitekim bu iftiraların hiçbiri Bediüzzaman'a ve yanındaki Müslümanlara bir zarar verememiştir. Aksine, bu olaylar karşısında gösterdikleri sabır ve tevekkül, Allah'ın izniyle tüm iman edenler gibi bu kimselerin de manevi olgunluklarının ve Allah'a olan bağlılıklarının artmasına vesile olmuştur.
Bediüzzaman'a karşı yapılan suçlamalardan bir başkası ise, kendine göre bir din anlayışını savunduğu ve çevresindeki kişilere de sözde bu sapkın dini telkin ettiği yönündedir. Bediüzzaman'ın Kuran'a ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine uymadığı, kendine göre bir din anlayışı oluşturduğu şeklindeki provokasyonların amacı, halkı ve konuyu ayrıntısıyla bilmeyen bazı dindar çevreleri kışkırtarak Bediüzzaman'ı onlara yanlış tanıtmaya çalışmak olmuştur.
Ancak inkarcı kesimin bu iftirası da bir işe yaramamıştır. Çünkü akıl ve vicdan sahibi Müslümanlar, Bediüzzaman'a karşı ortaya atılan bu ''sapkınlık'' iftirasının, Hz. Nuh (as) (as)'a ''... gerçekte biz seni açıkça bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde görüyoruz.'' (Araf Suresi, 60) diyen inkarcıların iftiralarının bir benzeri olduğunu açıkça görmüşlerdir.
Bediüzzaman Said Nursi ise, Risale-i Nur'da, kendisine yöneltilen iftiralar sonucunda aldığı hapis cezasını ve kendisine çektirilen sıkıntıların güzel ve hayırlı yönlerini şöyle anlatmıştır:
Benim şahsımı çürütmek fikriyle, hiç kimsenin inanmayacağı isnadlarda bulundular. Pek acib iftiraları işaaya (herkese duyurmaya) çalıştılar. Fakat kimseyi inandıramadılar. Sonra pek adi bahanelerle, zemheririn (kışın en soğuk zamanı) en şiddetli soğuk günlerinde beni tevkif ederek (tutuklayarak), büyük ve gayet soğuk ve iki gün sobasız bir koğuşta tecrid-i mutlak (hücre hapsi) içinde hapsettiler. Ben küçük odamda günde kaç defa soba yakar ve daima mangalımda ateş varken, zaafiyet ve hastalığımdan zor dayanabilirdim. Şimdi, bu vaziyette hem soğuktan bir sıtma, hem dehşetli bir sıkıntı ve hiddet içinde çırpınırken, bir inayet-i İlahiye ile bir hakikat kalbimde inkişaf (meydana çıkma) etti. Manen: "Sen hapse Medrese-i Yusufiye namı vermişsin; hem Denizli'de sıkıntınızdan bin derece ziyade hem ferah, hem manevi kar, hem oradaki mahpusların Nurlardan istifadeleri, hem büyük dairelerde Nurların fütuhatı (zaferleri) gibi neticeler, size şekva (şikayet) yerinde binler şükrettirdi, her bir saat hapsinizi ve sıkıntınızı, on saat ibadet hükmüne getirdi; o fani saatleri bakileştirdi.41
Bediüzzaman bir sözünde ise, çevresinde kendisiyle birlikte aynı iftira ve zulümlere maruz kalan müminlerin de, bu olaylardan dolayı hiçbir şekilde etkilenmediklerini; ümitsizliğe kapılıp üzülmediklerini şöyle anlatmıştır:
On aydan beri, münafıkların bir resmi memuru elde edip bütün desiseleriyle (hile, entrika) yaptıkları hücum en küçük bir şakirdi (talebeyi) sarsmadı. O iftiraları hiç hükmündedir… Böyle iftiralar, binden bir tesiri bize olmadığı gibi, inşaAllah daire-i Nur'a da zararı olmayacak.42
Bediüzzaman'ın ve çevresinde bulunan iman ehlinin, zorluklara, iftiralara ve hileli düzenlere karşı gösterdikleri tavır, tüm Müslümanların kendilerine örnek alması gereken salih mümin tavrıdır. Allah Kuran'da, inkarcıların düzenleri karşısında nasıl bir ahlak gösterilmesi gerektiğini şöyle hatırlatmıştır:
Sabret; senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme. Şüphesiz Allah korkup-sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir. (Nahl Suresi, 127-128)

Nefislerinin Öne Süreceği Bahaneler İnsanların Hz. Mehdi (as)'a Uymalarını Engelleyecektir

İman edenler, dünyada ve ahirette tek dost ve yardımcılarının Allah olduğunun bilinciyle, yaşamlarının her anında yalnızca Rabbimiz'e tevekkül ederler. Allah'ın yarattığı her olayda birçok hikmet, hayır ve güzellik olduğunu bilirler. Zorluk ve sıkıntıyla karşılaşsalar da, büyük nimet ve bolluk içinde bulunsalar da her türlü durum karşısında itidalli, şükredici ve mütevazı bir tavır içindedirler. Zenginlik ve bolluk onları şımartıp gaflete kaptırmayacağı gibi, zorluklar ve sıkıntılar da yıldırmaz ve gevşekliğe sürüklemez.
Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen insanlar içinse durum çok farklıdır. Onlar, ahirette yeniden dirilip hesap vereceklerinden gafil oldukları için kendilerine yalnızca dünya hayatını hedef edinirler. Bu nedenle de dünyevi değerlere büyük bir hırsla bağlanır, bunların hiçbir şekilde zarar görmesini istemezler. Böyle bir ihtimalden dahi büyük endişe duyarlar. Aynı durum imanı zayıf ya da münafıkane karaktere sahip olan kimseler için de geçerlidir. Bu ahlakı yaşayan insanlar tarih boyunca, dünyevi menfaatlerine zarar gelir endişesiyle peygamberlerin tebliğlerinden yüz çevirmiş, onların gösterdiği hak yola uymaktan kaçınmışlardır.
Bu durumun sebeplerinden biri ise Kuran'da şöyle açıklanmıştır:
Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi, 14)
Ayetin açıklamasından da anlaşılacağı gibi, insanlar kalben ve vicdanen doğru olanı kavradıkları halde nefislerine uydukları için elçilerin kendilerini çağırdıkları gerçekleri reddetmişlerdir.  Hadislerde işaret edildiğine göre, tarih boyunca tekrarlanmış olan bu durum tüm peygamberler ve Hz. İsa (as) için olduğu gibi, Hz. Mehdi (as) için de söz konusu olacaktır. İnsanlar bu mübarek şahısların üstünlüklerini vicdanen kavrayacak ancak nefislerinin etkisinde kalarak onların durumlarını anlamazlıktan geleceklerdir. Hz. İsa (as)'ı ve Hz. Mehdi (as)'ı kabul etmemek, onlara destek olmamak ve onlardan uzak durabilmek için ise çeşitli bahanelerin ardına sığınacaklardır. Kuran'da, bu bahane yönteminin, tarih boyunca yaşamış olan tüm münafıkların kullandığı bir yöntem olduğu haber verilmektedir: Vicdanen, kalben ve aklen çok iyi kavradıkları halde anlamazlıktan gelmek ve bunun için de türlü bahaneler bulmak. Peygamberimiz (sav)'le birlikte mücadeleye katılmaktan kaçınan kimseler, sözde "güç yetiremedikleri" (Tevbe Suresi, 42); "evleri açık olduğu" (Ahzab Suresi, 13); "mallarının ve ailelerinin kendilerini meşgul ettiği" (Fetih Suresi, 11)... gibi bahaneler öne sürmüşlerdir. Geçmişte pek çok kez yaşanmış olan bu durum ahir zamanda da yaşanacaktır. İnsanların büyük bir kısmı, menfaatlerine zarar gelir, maddi ve manevi kayba uğrarlar endişesiyle Hz. Mehdi (as)'dan yüz çevirecek, hatta ona cephe alacaklardır. Aileler de mallarına, oğullarına ve ticaretlerine zarar geleceğini düşündükleri için bundan korkacak ve Hz. Mehdi (as) aleyhinde tavır alacaklardır. Vicdanları yerine nefisleriyle hareket edecekleri için de içine düştükleri bu durumu fark edemeyeceklerdir. Kuran'da bu durum hakkında şöyle haber verilmektedir:
De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)
Oysa Kuran ayetlerinde insanların nefislerinin öne süreceği bu tür bahanelerin geçersizliği bizlere haber verilmiştir. Dolayısıyla Kuran ayetleri doğrultusunda vicdanını kullanarak düşünen her insan, bu konuda doğruyu görebilecek ve Hz. Mehdi (as) ortaya çıktığında onu tanımasına engel olabilecek bu gibi bahanelerin geçersizliğini anlayabilecektir.

Kuran Ahlakından Tamamen Uzaklaşıldığı Bir Dönemde Ortaya Çıkması, Hz. Mehdi (as)'ın Tanınmasını Engelleyecektir

Hadislerde ahir zamanın iki devirden oluştuğu haber verilir. Birinci devir dünyanın maddi ve manevi zorluklar içinde olacağı, insanların büyük bir ahlaki bozulmaya uğrayacakları dönemdir. İkinci devir ise İslam alimlerinin "Altınçağ" olarak adlandırdıkları, Kuran ahlakının dünya üzerinde hakim olacağı bir refah dönemidir.
İnsanların din ahlakından uzaklaşıp nefislerinin peşinden gittikleri, her türlü haddi aşmanın, sapkınlığın, ahlaksızlığın sınırsız olarak yaşandığı bu ilk dönem, Hz. Mehdi (as)'ın ortaya çıkacağı ahir zamanın da önemli işaretlerini oluşturmaktadır. Peygamberimiz (sav)'in bundan yaklaşık 14 yüzyıl önce haber verdiği ve "kıyamet alametleri" olarak adlandırılan bu işaretler incelendiğinde çok olağanüstü bir durumla karşı karşıya olunduğu görülmektedir: Kıyamet alametlerinin çok büyük bir bölümü günümüzde gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu durum Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişinin, Hz. Mehdi (as)'ın çıkışının ve Kuran ahlakının tüm dünyada hakim olacağı dönemin yaklaşmış olduğunu bizlere göstermektedir. (En doğrusunu Allah bilir). Ancak diğer yandan ahlaki dejenerasyonun bu kadar şiddetlenmesi, haramların helal sayılması, insanların geçim sıkıntısı içine düşmesi, yoksulluğun artması ve Allah'ın açıkça inkar edilir hale gelmesi gibi olaylar, insanların Allah'ın ve ahiretin varlığını unutarak dünya hayatına dalmalarına neden olmaktadır. Peygamberimiz (sav)'den nakledilen hadis-i şeriflerde ahir zamanda dünyanın peşpeşe içine düşeceği bu karmaşa şöyle bildirilmektedir:
Kıyamet alametleri birbirini takiben meydana gelir. Bir dizideki boncukların art arda kopması gibi.43
Fuhuş açık olmadan… kıyamet kopmaz.44
Büyüğe saygı, küçüğe merhamet kalkacak. Zina çocukları çoğalacak. O kadar ki kişi sokak ortasında kadınla zina edecek.45
Masum insanlar katloluncaya kadar Mehdi çıkmayacak ve katliamlara yerde ve göktekiler, artık tahammül edemez bir hale geldiğinde zuhur edecektir...46
Ahir zamanda ümmetimin başına sultanlarından şiddetli belalar gelir,   öyle ki yerler Müslümanlara dar gelir.47
Hz. Mehdi (as), bütün haramların helal sayıldığı büyük bir fitneden sonra çıkacaktır.48
Peygamber Efendimiz (sav) bir diğer hadisinde müminlerin ahir zamanın bu karmaşası içindeki durumlarını şu şekilde haber vermektedir:
Takva sahibi mümin de onların arasında değiştirmeye, düzeltmeye muktedir olamadığı kötülüklerden dolayı tuzun suda erimesi gibi kalbi eriyecek...49
Böylesine büyük bir bozulmanın yaşandığı sırada Hz. Mehdi (as)'ın gelişi ve faaliyetleri insanların büyük çoğunluğu tarafından ilk anda fark edilmeyebilir. Kuran ahlakından uzak olan insanlar, Hz. Mehdi (as)'ın çalışmalarını, tebliğinin özünü ve din ahlakını yaymak için yaptığı büyük fikri mücadeleyi tam olarak kavramayabilirler. Dünya üzerinde yaşanan karmaşanın, fakirliğin, savaşların ve ahlaki dejenerasyonun ancak Kuran ahlakının yaşanması ile sona erebileceğini anlayamayabilirler. Bu durumları Hz. Mehdi (as) ve cemaatinin önemini ve çalışmalarının amacını kavramalarını engelleyebilir. Hatta tam aksine Hz. Mehdi (as) ve cemaatinin Kuran ahlakını tebliğ etme yönündeki samimi çabaları bu kişileri rahatsız edip, Hz. Mehdi (as)'a karşı yapılan haksız suçlamaları, atılan iftiraları desteklemelerine neden olabilir. Onun ve yanındakilerin Kuran ahlakını yaymak için hizmet etmekten vazgeçmelerini ısrarla isterler. Kuran ayetlerinde de iman etmeyenlerin bu sapkın istekleri şöyle haber verilmektedir:
... Onlar sizin inkar etmenizi içten arzu etmişlerdir. (Mümtehine Suresi, 2)
Peygamberimiz (sav)'in hadislerindeki işaretlere göre, ahir zamanda toplumun genelinde oluşan bu ruh hali, Hz. Mehdi (as)'ın halk tarafından teşhis edilmesini ve gerçek sıfatıyla tanınmasını engelleyecektir. İnsanların bu mübarek zatın üstün ahlak özelliklerini, Allah yolunda yaptığı samimi ve faydalı hizmetlerini görmelerine mani olacaktır.

Hz. Mehdi (as)'ın Bir Şahs-ı Manevi Olacağı İddiaları Onun Tanınmasını Engelleyecektir

Peygamberimiz (sav) tarafından ahir zamanda gönderileceği müjdelenmiş, yeryüzündeki fitneleri ortadan kaldıracak, tüm dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve refah getirecek çok mübarek ve değerli bir şahıs olan Hz. Mehdi (as)'ın ortaya çıkışı yüzyıllardır İslam ümmeti tarafından beklenen müjdeli bir olaydır. Nitekim rivayetlerde Hz. Mehdi (as)'ın çıkış alameti olarak bildirilen olayların pek çoğunun art arda gerçekleşmesi, bu müjdenin gerçekleşmesinin yakın olduğunun açık bir göstergesidir. Peygamber Efendimiz (sav)'in çok sayıdaki hadisinde ismiyle, vasıflarıyla ve yapacağı işlerle ayrıntılı olarak tarif edilen Hz. Mehdi (as)'ın geleceğine dair Kuran ayetlerinde de işari anlamlarda çeşitli müjdeler vardır.
Bediüzzaman Said Nursi'nin açıklamaları da, Kuran'da yer alan işaretler ve Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle aynı doğrultudadır. Ancak Bediüzzaman'ın eserlerinde kullandığı "şahs-ı manevi" kavramı konusundaki yanlış anlaşılma Hz. İsa (as) gibi, Hz. Mehdi (as) için de söz konusudur. Rivayetlerden ve İslam alimlerinin açıklamalarından Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi olmayacağı; fiziksel özelliklerine, karakter ve ahlakına, nesebine (soyuna) kadar detaylı olarak tarif edilmiş mübarek bir şahıs olacağı, açık ve net bir biçimde anlaşılmaktadır. Ancak elbette ki Hz. Mehdi (as)'ın de kendisinden önceki tüm elçiler gibi bir şahs-ı manevisi olacaktır. Hatta rivayetlerde bu şahs-ı manevinin bütün yeryüzünü kaplayacağı bildirilmiştir. Dolayısıyla Hz. Mehdi (as) kendisine tabi olanların yani şahs-ı manevisinin önderi olarak bulunacaktır. Nitekim Bediüzzaman'ın yazılarında da bu konuyu net olarak açıklayan birçok yorum bulunmaktadır. Bediüzzaman'ın aşağıda yer alan sözlerinde Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi değil, bir zatı temsil ettiğine dair açıklamaları, hiçbir ihtilafa yer vermeyecek kadar açık ve nettir.  Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi (as) için kullandığı "o zat" ya da "o şahıs" gibi ifadeler, şahs-ı manevi kavramı konusundaki yanlış anlaşılmalara açıklık getirmektedir:
Hem de o eşhasın (o şahısların) şahs-ı manevisine veya temsil ettikleri cemaate ait asar-ı azimeyi (fevkalade eserleri, izleri) o eşhasın (şahısların) zatlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, O EŞHAS-I HARİKA (harika şahıslar, yani Hz İsa ve Hz. Mehdi (as)) çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler.50
Bediüzzaman bu sözünde Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) için "o eşhas-ı harika" ifadesini kullanarak, her ikisinin de birer şahs-ı manevi değil, birer şahıs olarak geleceklerini açıkça belirtmiştir.
… Ahir zamanın O BÜYÜK ŞAHSI, Al-i Beytten (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) olacak.51
Bediüzzaman burada da "ahir zamanın o büyük şahsı" sözleriyle Hz. Mehdi (as)'ın ahir zamanda gelecek olan bir şahıs olduğunu tekrarlamıştır. Hz. Mehdi (as)'ın Peygamberimiz (sav)'in soyundan olacağını belirtmiş olması ise, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi (as)'dan bir şahs-ı manevi olarak bahsetmediğini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira bir şahs-ı manevinin bir başka insanın soyundan gelebilmesi söz konusu olamaz.
… Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi seyyid (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki ahir zamanın O BÜYÜK ŞAHSI, Al-i Beytten (Peygamberimiz (sav)'in ailesinden) olacaktır."52
Bediüzzaman bu sözünde de yine "ahir zamanın o büyük şahsı" diyerek Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi değil bir şahıs olduğunu açıkça belirtmektedir.
Bediüzzaman, "Hz. Mehdi (as)'ın Peygamberimiz (sav)'in soyundan olacağını" bu sözünde de bir kez daha açıklığa kavuşturmaktadır. Yukarıda da açıklandığı gibi, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelebilmesi için Hz. Mehdi (as)'ın ancak bir insan olması gerekmektedir ki Bediüzzaman da bu sözüyle bu gerçeği açıkça vurgulamaktadır.
Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid (içtihad eden büyük İslam alimi), hem en büyük bir müceddid (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici), hem hakim, hem Mehdi, hem mürşid (doğru yolu gösteren kişi), hem kutb-u a'zam (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak BİR ZAT-I NURANİYİ (nurani şahsı) gönderecek ve O ZAT DA Ehl-i Beyt-i Nebeviden (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) olacaktır.53
… bir müçtehid 
… bir müceddid 
… hâkim 
… mehdi 
… mürşid 
… kutb-u a'zam 
… bir zât-ı nuranî
Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı yukarıdaki sayılan vasıflar, anlamlarından da anlaşılacağı gibi ancak bir kişiye ait olabilecek özelliklerdir.
Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi Hz. Mehdi (as)'ın "bir zat-ı nurani" olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada "bir zat-ı nuraniden" değil, "bir şahs-ı manevi-i nuraniden" bahsederdi.
Ayrıca burada şahıs kelimesinden önce kullanılan "bir" kelimesi de bu konuyu bir kez daha açıklamaktadır. "Zat" ise yine birlik ve şahıs ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman burada açıkça, "bir zat" ifadesini kullanmıştır; "iki" ya da "birileri" dememiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman Said Nursi'nin tüm bu açıklamaları, Hz. Mehdi (as)'dan bir şahs-ı manevi olarak bahsetmediğini kesin bir şekilde ispatlamaktadır. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Adem Yakup, Şahsı Manevi Yanılgısı)
Bediüzzaman'ın tüm bu açıklamalarından da anlaşılacağı gibi, tarih boyunca gönderilmiş tüm elçiler gibi, Hz. Mehdi (as) de bir şahıs olarak gelecektir. Ancak onun da bir şahs-ı manevisi olacaktır. Onun tebliğ faaliyetinden, mücadelesinden, icraatlarından ortaya çıkacak bir Mehdiyet cereyanı olacaktır. Fakat Hz. Mehdi (as)'ın kendisi de bizzat işin başında olacaktır. Zaten bütün bu olayların gerçekleşebilmesi için en başta Hz. Mehdi (as)'ın bizzat şahıs olarak gönderilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla Hz. Mehdi (as)'ın şahs-ı manevisi de ona tabi olandır. Bu şahs-ı manevinin başında da lider olarak kendisi bulunmaktadır. Ancak hem Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde hem de İslam alimlerinin açıklamalarında bu konuya ilişkin izahlar çok açık olmasına rağmen, ahir zamanda Hz. Mehdi (as)'ın bir şahıs değil, bir şahs-ı manevi olacağı iddialarının öne sürülmesi insanların bu konuyu doğru değerlendirebilmelerini engelleyecek olabilir.
Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi olarak geleceğine inanmaları, bu insanların, bu kutlu şahsın gelişini beklemelerini, onu tanımaya ve bulmaya çalışmalarını ve böylece onu fark etmelerini engelleyecek olabilir. (Doğrusunu Allah bilir)

HZ. MEHDİ (AS) ORTAYA ÇIKTIĞINDA ONA YARDIM EDENLERİN SAYISI ÇOK AZ OLACAKTIR

Hz. Mehdi (as)'ın Üstün Ahlakı ve Faaliyetlerinin Benzersizliği Çok Açık Olacağı Halde Onu Destekleyen Çok Az Kişi Olacaktır
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi (as)'ın, Allah korkusu çok güçlü olan, çok üstün ahlaklı bir kimse olacağı bildirilmektedir:
Ahlakı benim ahlakım olan bir evladım çıkacak. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 21)
Mehdi(as) Allah'a karşı son derece boyun eğicidir. Ahlak bakımından Peygambere benzer. (Kıyamet Alametleri, sf. 163)
Ben Mehdi (as)'ı peygamberlerin suhufunda (sahifelerinde) şöyle bulurum: "Mehdi (as)'ın amelinde ne zulüm ne de ayıp yoktur." (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 21)
Hadislerde verilen bu bilgilerden Hz. Mehdi (as)'ın, çevresinde Allah'a olan bağlılığı, ihlası ve üstün ahlakıyla dikkat çeken bir kimse olacağı anlaşılmaktadır. Peygamberimiz (sav) Hz. Mehdi (as)'ın, dinin ve Müslümanların hayrına yönelik olarak çok fazla hizmet eden, çok önemli faaliyetler yürüten bir kimse olacağını bildirmiştir. Normal şartlarda ahlakı Peygamberimiz (sav)'e benzetilen, yalnızca Allah'ın rızasına uyan, tüm insanların dünyada ve ahiretteki kurtuluşu için samimi çaba harcayan, dünyaya huzur, barış, bolluk, bereket getirecek böyle hayırlı ve kıymetli bir insanın etrafında çok sayıda kişi toplanmış olması gerekir. Onun bu ahlakını ve yaptığı hayırlı faaliyetleri açıkça gören Müslümanlara bu kimsenin yanında olmayı ve Hz. Mehdi (as) ile birlikte davranan hak topluluğa destek vermeyi istemeleri; ve onlara yardımcı olabilmek için büyük bir şevk ve heyecan içinde birbirleriyle yarışmaları gerekir. Ancak buna rağmen hadislerde, Müslümanlar arasında da Hz. Mehdi (as)'ı destekleyen insanların sayılarının son derece az olacağına işaret edilmiştir. Bu durum son derece şaşırtıcı ve düşündürücüdür. Demek ki Hz. Mehdi (as)'ın yaşadığı toplumdaki insanlar onun sahip olduğu üstün özellikleri, yürüttüğü hayırlı faaliyetleri açıkça gördükleri halde, yine de Hz. Mehdi (as) ve cemaatini tam olarak fark edemeyeceklerdir.
Hz. Mehdi (as)'ın bu durumu Hz. Yusuf (as)'ın hayatıyla büyük benzerlik göstermektedir. Kuran'ın, "(Kuraklık başlayınca) Yusuf'un kardeşleri gelip yanına girdiler, onu tanımadıkları halde kendisi onları hemen tanıdı." (Yusuf Suresi, 58) ayetiyle, Hz. Yusuf (as)'ın kardeşlerinin onu tanıyamadığı, ancak onun, kardeşlerini tanıdığı haber verilmiştir. İşte hadislerin işaretine göre, Hz. Mehdi (as) de, aynı Hz. Yusuf (as) gibi olacak; o insanları görecek ama insanlar onu fark edemeyeceklerdir. Hatta kimileri de tam tersi bir düşünceye kapılacak, ona destek olmaktan kaçınacak, hatta garip görüp uzak duracak ve ona karşı olumsuz bir faaliyet içerisine gireceklerdir. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde "halkın büyük kısmının Hz. Mehdi (as)'a yardımcı olmaktan kaçınacağı" şöyle haber verilmiştir:
Benim ümmetimden, daima Allah tarafından desteklenen ve onlara yardımcı olmayan halkın zarar veremeyeceği bir cemaat kıyamet kopuncaya kadar hiç eksik olmayacak. Ümmetim içinde daima böyle bir taife  (topluluk) bulunacaktır. 65
Kıyamet ancak, ümmetimden bir taife, insanlara galip olduğu halde kopacaktır. Bu taife ne kendilerine yardımcı olmayanlara ne de yardımcı olanlara bakmayacaklar. (Onların davranışlarına, ehemmiyet vermeyeceklerdir.) 66
Kuşkusuz bu, Allah'ın bir mucizesidir. Peygamberimiz (sav)'in bundan yaklaşık on dört asır önce söylemiş olduğu sözlerinin tam olarak gerçekleşmesi oldukça önemlidir. Hz. Mehdi (as) ve cemaati, tüm dünya insanlarının geleceği için çok önemli ve çok faydalı oldukları halde ilk dönemlerde Müslümanlar arasında bilinmeyecekler ve halktan onlara yardımcı olan olmayacaktır.
Ancak elbette ki bu insanların bir kısmı vicdanlarıyla bu mübarek şahsın üstünlüklerini kavrayacaklardır. Fakat hakkındaki tüm delilleri görmelerine rağmen, kişisel çıkar kaygılarıyla onu tanımazlıktan gelecek, destek olmayacak, uzak durmaya çalışacak ve diğer insanlardan da bu gerçekleri saklayacaklardır. Toplumun genelinin yardımcı olmaması, onların da Hz. Mehdi (as)'ı desteklemekten kaçınmalarına neden olacak, aksinde maddi manevi kayba uğramaktan korkacaklardır.

Hz. Mehdi (as)'ın Yardımcılarının Sayısı 300 Civarında Olacaktır

Hz. Mehdi (as) cemaatinin sayısının 300 kişi civarında olması da yine toplumun büyük bir bölümü tarafından tanınamadıklarını göstermektedir. İnsanları Allah'a iman etmeye davet eden, dine çok büyük hizmetler veren böyle değerli bir insana inananların sayısının bu kadar az olması çok şaşırtıcıdır. Hadislerde Hz. Mehdi (as)'a çok az kişinin tabi olacağı şöyle bildirilmektedir:
Muhammed b. Hanefi (r.a)'dan rivayet edildi ki: Sayıları Bedir Ashabı (313) kadardır. Evvelkiler onları geçmediği gibi, sonrakiler de onlara yetişemezler. Onların sayıları Talud ile nehri geçenler kadardır. 67
Bedir savaşındaki askerler gibi 313 kişinin kumandasını elinde tutarak etrafa meydan okuyacak. Çünkü bu 313 kişi gece abid (çok ibadet eden kimse) gündüz kahraman niteliğini taşımaktadırlar. 68
Aralarında kadınların da bulunduğu 314 kişilik bir grup oluştururlar. Onlar her zalime galip gelirler. Onların kalpleri demir gibidir ve onlar gündüz arslan, gece de abiddirler. Ne evvelkiler, ne de sonrakiler fedakarlıkta onlara yetişemez. 69
Hz. Mehdi (as)'a aralarında kadınların da bulunduğu 314 kişi biat edecektir. 70
Bediüzzaman Said Nursi de sözlerinde bu gerçeği hatırlatmış; ancak sayıları ne kadar az olsa da, Hz. Mehdi (as) cemaatindeki kimselerin her birinin manen çok güçlü olacaklarını belirtmiştir:
Bu vazifenin istinad ettiği (dayandığı) kuvvet ve manevi ordusu yalnız ihlas, sadakat ve tesanüd (dayanışma) sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirdlerdir (talebelerdir). Ne kadar az olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. (Emirdağ Lahikası, sf. 259)
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde dikkat çekilen bir diğer husus ise ahir zamanda iman edenlerin ne kadar kıymetli olduğudur. Dinsizliğin tüm dünya üzerinde yayıldığı, ahlaki dejenerasyonun çok büyük bir hız kazandığı ahir zamanda Allah'a iman edenler, din ahlakına göre yaşam sürenler çok büyük zorluklarla ve toplumsal baskılarla karşı karşıya kalacaklardır:
Müminin kabile içindeki oğlaklardan daha az değerli olması kıyametin şart ve alametlerindendir.71
İnsanlar üzerinde öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda dinine karşı sabırlı olan, koru eline alan gibi olacak.72
Hadislerin işaretlerine göre ahir zamanda Müslümanlara yöneltilecek olan bu baskı ortamı, aleyhte yürütülen propagandalar ve atılan iftiralar nedeniyle Hz. Mehdi (as)'a çok az kişi tabi olacaktır. (Doğrusunu Allah bilir).
Oysa Hz. Mehdi (as), ahir zamanda ikinci defa dünyaya gelecek olan Hz. İsa (as)'a, namazında imamlık yapacak olan, çok değerli ve muhterem bir şahıstır. Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
Ümmetimden bir cemaat kıyamet gününe kadar galip olarak hak yolda savaşacaklardır. Hz. İsa (as) inecek ve Müslümanların emiri: "Gel bize namaz kıldır" diyecek. O "Hayır, siz birbirinize emirsiniz. Bu Allah'ın bu ümmete bahşettiği bir şereftir" şeklinde cevap verecektir.73
Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde bu konudan bahsetmiştir:
… Hatta, Hazret-i İsa Aleyhisselam gelir, Hz. Mehdi (as)'a namazda iktida eder (uyar), tabi olur.74
Böyle kıymetli bir şahsın etrafında sayısız insanın bulunması, insanların ona yardımcı olabilmek için büyük bir şevk ve heyecan içinde yarışmaları gerekir. Ancak dönemin ahir zaman olması, uygulamada hak ile batılın yer değiştirmesi, insanların Kuran ahlakından uzaklaşmış olmaları, ahlaki yozlaşmanın çok yüksek boyutlara ulaşması, insanların böyle şerefli bir mümine tabi olmalarını ve onun topluluğuna katılmalarını engelleyecek olabilir.

Hz. Mehdi (as)'ın Cemaatinden Ayrılanlar da Olacaktır

Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, sayıca çok az olacak olan Hz. Mehdi (as) cemaatinden ayrılanlar olacağı da bildirilmiştir. Bu da yine Allah'ın büyük bir mucizesidir. Bu kimseler Hz. Mehdi (as)'ı çok yakından tanıdıkları, onun hadislerde bildirilen özelliklere sahip olduğuna ve yalnızca Hz. Mehdi (as)'ın yapabileceği bildirilen faaliyetleri gerçekleştirdiğine yakından şahit oldukları halde onun yanından ayrılacaklardır. Demek ki halkın büyük çoğunluğu gibi, bu kadar yakından tanıma fırsatı elde eden bu insanlar da Hz. Mehdi (as)'ı fark edemeyeceklerdir.
Hadislerde Hz. Mehdi (as)'ın cemaatinden ayrılanlar olacağı şöyle bildirilmektedir:
Mehdi (as)'ın ordusu zaman zaman darbeler yiyecek, zaman zaman o çetin görevi üstlenememek, rahatlık meyli; can, mal, mevki korkusu gibi çeşitli sebeplerle kendisinden ayrılanlar olacaktır... 75
"Ayrılanlar da, muhalifler de ona zarar veremeyecek. O kendisinden ayrılanlara rağmen muzaffer olarak yoluna devam edecektir." 76
Hz. Muaviye b. Kirra (r.a)'dan rivayet edilmiştir: Ümmetimden bir taife (topluluk) kıyamet kopuncaya kadar yardım görmekte devam eder. Kendilerini terk edenlerin ayrılmaları da onlara bir   zarar vermez.77
Ümmetimden bir taife, Allah'ın emri ile hareket etmekte devam eder. Onlar hak üzerinde oldukları halde, kıyamet kopana kadar kendilerini terk eden ve muhalefet eden kimsenin onlara bir zararı dokunmaz... 78
Ancak Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde, bu ayrılan kişilerin Hz. Mehdi (as) cemaati için çok büyük bir hayır ve güzellik olduğu da bildirilmektedir. Bu hak topluluk arasında gizlenen samimiyetsiz kişilerin ortaya çıkmasıyla, Allah'ın izniyle Hz. Mehdi (as) cemaatinin birbirlerine olan bağlılığı daha da artacak, kötülerin ayrılması onları daha da kuvvetlendirecektir.
Kuran ayetlerinde her Müslüman topluluğunun içinde münafık zihniyette kimselerin olacağı bildirilmektedir. Bu kişiler iman edenlerle birlikte hareket eden, onlarla aynı inançlara sahip olduklarını iddia eden, ancak gerçekte samimiyetsiz olan kimselerdir. Allah'ın rızası için yaşayan samimi iman sahiplerinin arasında, sanki onlardan gibi görünerek yaşayan bu kişiler, aslında salih müminlerden değildirler. Allah Kuran'da bu kişilerin durumunu şu şekilde haber vermektedir:
İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azab vardır. (Bakara Suresi, 8-10)
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. Arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla, ne bunlarla. Allah kimi saptırırsa, artık sen ona yol bulamazsın. (Nisa Suresi, 142-143)
Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiğinde, o münafıkların senden kaçabildiklerince kaçtıklarını görürsün. (Nisa Suresi, 61)
Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: "Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vaat etmedi" diyorlardı. Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: "Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün." Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı. (Ahzab Suresi, 12-13)
Bu ahlaktaki kişiler tarih boyunca tüm samimi mümin topluluklarının içinde görüldüğü gibi Hz. Mehdi (as) cemaati içinde de bulunacaktır. Hadislerde bildirildiğine göre, Hz. Mehdi (as)'ın cemaatinden ayrılanlar, yıllarca bu toplulukla birlikte hareket etmelerine rağmen daha sonradan kendilerine inkar edenlerin arasında bir yol çizeceklerdir. Müslümanlarla aynı iman ve samimiyette olmayan, Allah'a ve Kuran'a sadakat göstermeyen, Allah korkusu zayıf olan bu kişiler, kendi menfaatleriyle çatışan bir durum olduğunda Hz. Mehdi (as)'ın yanından ayrılabileceklerdir.
Hz. Mehdi (as)'ın ahir zaman gibi zorlu bir dönemde yaptığı hizmetleri, sahip olduğu yüksek ahlakı görmelerine rağmen bu cemaatten ayrılan kişiler olması, toplumdaki bazı insanların da gerçekleri görmesini engelleyecek olabilir. Bu kişiler, Hz. Mehdi (as)'ın yanından ayrıldıktan sonra Hz. Mehdi (as) aleyhinde yalan ve iftiralar yayabilir, pek çok kişinin de Hz. Mehdi (as)'ı takdir edememesine ve hatta yanlış tanımasına neden olabilirler. İnsanların büyük kısmı, münafıkların yalanlarına ve dayanaksız isnatlarına aldanacak ve bu nedenle Hz. Mehdi (as)'a karşı çekimser davranacak olabilir. (Doğrusunu Allah bilir).
Aslında bu durum ahir zamanın ne kadar şiddetli bir dönem olduğunun anlaşılması açısından da son derece önemlidir. Söz konusu münafıkların, gözlerinin önünde gerçekleşen sayısız alamet ve benzersiz olaya şahitlik etmelerine rağmen Hz. Mehdi (as)'ın yanından ayrılmaları, ahir zamanda Kuran ahlakından ne derece uzaklaşıldığını da göstermektedir. İyiliklerle kötülüklerin, haramlarla helallerin yer değiştirdiği, iyi insanların kötü, kötü insanların iyi olarak tanındığı bu dönemde Hz. Mehdi (as)'ı tanıyanlar arasından bile bu ahlakta insanların çıkması dönemin çok zorlu olduğuna işarettir. Hadislerde ahir zamanda samimi iman etmemiş, Allah'tan gereği gibi korkmayan kimselerin inançlarını kaybedebilecekleri şöyle haber verilmektedir:
Kıyamet, fitneler karanlık gecelerin parçaları gibi zuhur edinceye kadar kopmaz. Kişi, mümin olarak sabahlar, kafir olarak akşamlar. Veya mümin olarak akşamlar, kafir olarak sabahlar. Dünya menfaati karşılığında dinini satar.79
İleride öyle fitneler olacak ki, Cenab-ı Allah'ın ilimle ihya edip koruduğu insanlar hariç, kişi sabahleyin mümin olduğu halde, akşama kafir olacak, dinden çıkacaktır.80
Hz. Mehdi (as), bu bölümde ele aldığımız tüm bu nedenlerden dolayı insanların büyük bir kısmı tarafından tanınmayacaktır. Ancak Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, bu durum tamamen değişecektir. Hz. Mehdi (as) ortaya çıkacak ve tüm insanlar onun Allah'ın ahir zaman için görevlendirdiği mübarek bir kulu olduğunu bileceklerdir. Hadislerde bildirildiğine göre Hz. Mehdi (as)'ın açıkça tanınacağı ve kimsenin onu inkar edemeyeceği bir dönem Allah'ın izniyle muhakkak gelecektir:
Bir adam (Mehdi) semadan ismiyle mutlaka çağırılacak ve delil onu inkar etmeyecek, zelil ona mani olmayacaktır.81
Gökten bir ses gelecek, onu (Hz. Mehdi (as)'ı) ne delil inkar edecek ve ne de  delil olmaktan o alıkonacak.82
Onun ismiyle semadan nida olunacak ve hiç kimse onun Mehdiliğini inkar etmeyecektir.83
Semadan bir el uzanacak ve insanlar ona (Hz. Mehdi (as)'a)  bakacak ve göreceklerdir.84
Bu dönemin gelmesiyle, insanların kargaşa, zorluk ve sıkıntı içinde geçirdikleri yıllar son bulacak ve "altın bir çağ" başlayacaktır. Altınçağ'da her çeşit ürün ve mal bolluğu olacaktır. Emniyet ve güven, sosyal adalet, refah, huzur ve saadet bu devrin belli başlı özelliklerinden olacaktır. Hadis-i şeriflerde, bu devirde yeryüzünün barışla dolacağı da müjdelenmektedir. Teknolojik gelişme, ahir zamanın bu devresinde doruğa ulaşacak, insanlar teknolojinin bütün nimetlerinden alabildiğine faydalanacaklardır. Kişiler Altınçağ'da hayatlarından o kadar memnun olacaklar ki, zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamayacak, bu güzelliklerden daha fazla yararlanmak için, Allah'tan ömürlerinin uzatılmasını isteyeceklerdir. Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın vesile olmasıyla oluşacak bu güzel dönem, hadislerde şu şekilde haber verilmiştir:
Resulullah buyurdu ki: "Ümmetimin sonunda bir halife gelecek, malı adetle saymayacak, avuçla avuçlayacaktır."85
… Küçükler keşke ben büyük olsaydım, büyükler de keşke ben küçük olsaydım diye temenni ederler... İyi insanların iyiliği artar, kötülere karşı bile iyilik yapılır.86
Her tarafta  yemek kazanları kaynayacak, misli görülmemiş bir bolluk  yaşanacak, mala rağbet olmayacak.87
O zaman ümmetim, iyisi kötüsü hepsi de mislini görmedikleri nimetlerle nimetlenir. Allah onlara, bol yağmur gönderir. Arz nebattan bir şey saklamaz. Mal hakir olur.88
Kap su ile dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacaktır. Hiçbir kimse arasında bir düşmanlık kalmayacaktır. Ve bütün düşmanlıklar, boğuşmalar, hasetleşmeler muhakkak kaybolup gidecektir.89
İnsanlar arasında sebebleri ortadan kalktığı için kin ve husumete yer  vermeyecek...90


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder