Giriş:
Hz. İsa (as), Hz. Mehdi
(as) ve deccalin çıkışı güvenilir hadislerle bildirilmiştir
Bu
kitapta insanların büyük çoğunluğunun Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) ortaya
çıktıklarında, neden bu mübarek şahısları tanıyamayacakları ve deccalin bu
amaçla ne tür yöntemlere ve aldatmacalara başvuracağı ele alınacaktır. Bunun
yanı sıra bazı kimselerin makam ve mevkilerini kaybetmekten duydukları korku,
bazı kimselerin kibirleri, bazı kimselerin menfaatlerine zarar gelmesinden
endişe etmeleri, bazı kimselerin de kötü ahlaklarını devam ettirme isteklerinin
Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ı tanıdıkları halde tanımazlıktan gelmelerine
neden olabileceği üzerinde durulacaktır.
Kitabın
birinci bölümünde, yeniden yeryüzüne geldiğinde birtakım insanların Hz. İsa
(as)'ı neden tanıyamayacakları anlatılmaktadır. Hz. İsa (as) -bazı insanların
hiçbir bilgi ve delile dayandırmadan onun gelmeyeceğini öne sürdükleri bir
dönemde-, Allah'ın izniyle, ikinci kez yeryüzüne gelecek ve hak din olan
İslam'ı tebliğ edecektir. Ancak hadislerde bildirildiğine göre, insanların
çoğunluğunun din ahlakından uzaklaşması, Hz. İsa (as)'ın yeniden gelmeyeceği
yalanının yayılması, pek çok sahte mesihin ortaya çıkması, din ahlakına uygun
olmayan ideolojilerin neden olduğu baskı ve zorluk ortamı, Hz. İsa (as) geldiğinde
onun tanınmasına engel olacaktır. Salih ve samimi müminler dışında, gelişinin
ilk dönemlerinde Hz. İsa (as)'ı tanıyan ve ona uyan olmayacaktır.
Kitabın
ikinci bölümünde, Hz. Mehdi (as) ortaya çıktığında deccaliyetin insanları Hz.
Mehdi (as)'dan uzaklaştırmak için yürüteceği çaba ele alınmaktadır. Hadislerde
ve bu hadisleri yorumlayan büyük İslam alimlerinin eserlerinde Hz. Mehdi
(as)'la beraber olan müminlerin sayısının oldukça az olduğu haber
verilmektedir. Yine hadislerde yer alan bilgilere göre, Hz. Mehdi (as),
yanındaki az sayıdaki insanla birlikte din ahlakına uygun olmayan ideolojilere
karşı çok büyük bir fikri mücadele verecek, insanlara Allah'ın varlığının ve
birliğinin delillerini anlatacak ve dünyanın dört bir yanındaki insanları hakka
davet edecektir. Ancak Hz. Mehdi (as) bu fikri mücadelesi esnasında, din
ahlakını yaşamayan insanlardan büyük baskı görecek, pek çok iftiraya uğrayacak
ve din ahlakını anlatıp yaymak için yapacağı tüm faaliyetler engellenmeye
çalışılacaktır.
Kitabın
üçüncü bölümünde ise deccalin, Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın tanınmasına ve
insanların onlara uymalarına engel olabilmek için yürüteceği faaliyetler ve
insanları ne şekilde yönlendireceği anlatılmaktadır. Bu bölümde ayrıca,
insanların nasıl olup da deccali tanıyamadıkları ve onun etkisi altında
kaldıkları da ele alınacaktır. Deccaliyetin çeşitli telkin ve propagandalarla
gerçek yüzünü saklayıp, insanları Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) aleyhinde
yönlendirmeye çalışması kitap boyunca örnekleriyle aktarılacaktır.
Tüm
bu konular ele alınırken, unutulmaması gereken önemli bir gerçek vardır. Her ne
kadar insanların çoğunluğu Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ı tanımayacak olsalar
ve her ne kadar deccaliyet samimi müminler aleyhinde büyük propaganda
faaliyetleri yürütüp onlara çeşitli tuzaklar kursa da, Allah'ın izniyle
bunların hiçbiri Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın hak mücadelesine engel
olamayacaktır. Kuran'da, " ...Allah, kafirlere
müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez."(Nisa Suresi,
141) ayetiyle Allah müminlere kurulan tuzakların başarıya ulaşmayacağını
bildirmiştir. Allah'ın izniyle, salih müminler Hz. İsa (as) yeniden yeryüzüne
geldiğinde ve Hz. Mehdi (as) ortaya çıktığında bu mübarek insanların destekçisi
olacaklar ve sayıları ne kadar az olsa da, Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as),
deccalin batıla dayalı sistemini ortadan kaldırarak Kuran ahlakını tüm
yeryüzüne yerleşik kılacaklardır.
Hz.
İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelişi, Hz. Mehdi (as)'ın ve deccalin ortaya
çıkışı, kıyametin en büyük alametlerindendir. Birçok İslam alimi eserlerinde bu
konuları detaylı olarak ele almışlardır. Konuyla ilgili hadislerde bildirilen
haberler, İslam alimleri tarafından "tevatür" (kuvvetli haber)
derecesinde kabul edilmektedir. Bu hadisler ise "mütevatir
hadis" olarak
adlandırılmaktadır. Tevatür kelimesinin tanımı Büyük Lugat'ta şöyle
yapılmaktadır:
Tevatür: Kuvvetli
haber, içinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemaate dayanan kuvvetli haber.1
Mütevatir
hadis ise,
yalan üzerine birleşmeleri düşünülemeyecek kadar kalabalık olan bir cemaat
tarafından rivayet edilen hadislere denir. Hadis alimleri mütevatir kabul
edilen hadislerin ravilerinin (hadisi nakleden kişiler) incelemeye dahi
alınmayacağı, mütevatir hadise hiçbir sorgulama yapılmayacağı konusunda
hemfikirdirler. İslam alimi Seyyid Şerif Cürcani, mütevatir hadis kavramını
şöyle açıklamaktadır:
Haber-i mütevatir, ravileri çoklukta o dereceye ulaşan bir
haberdir ki, adete göre, o kadar çok rivayetçinin yalan üzerine birleşmeleri
imkansız olur. Bu durumda rivayet edilen haber hakkında lafız (söz) ve mana
tutuyorsa buna, "mütevatir-i lafzi" denir. Eğer hepsinin arasında
müşterek manada ittifak olmakla beraber lafızlar (sözler) arasında ihtilaf
bulunuyorsa buna, "mütevatir-i manevi" denir.2
Büyük
hadis alimi İbn-i Mace ise, Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya gelişi, Hz. Mehdi
(as)'ın ortaya çıkışı ve deccalin çıkışıyla ilgili hadislerin mütevatir
olduğunu şöyle açıklar:
Şevkani de Hz. İsa (as)'ın ineceğine dair hadislerin sayısının
29'a ulaştığını söyleyerek, bunları bir bir nakletmiş ve sonunda: "Bizim
naklettiğimiz hadisler görüldüğü gibi tevatür haddine ulaştı. Bu beyanımızla şu
sonuca varılıyor ki, beklenen Hz. Mehdi (as) hakkındaki hadisler, deccal
hakkında hadisler ve Hz. İsa (as)'ın inmesine dair hadisler mütevatirdir."
demiştir.3
Hz.
İsa (as)'ın tekrar geleceğini ve deccalin ortaya çıkacağını nakleden alimlerin
başında mezhep imamımız İmam-ı Azam Ebu Hanife gelmektedir. Ebu Hanife, Fıkh-ı
Ekber adlı eserinin son bölümünde şunları bildirmektedir:
Deccalin, Ye'cüc ve Me'cüc'ün çıkması, Güneş'in batıdan doğması,
Hz. İsa (as)'ın gökten inmesi ve diğer kıyamet alametleri, sahih haberlerde
aktarıldığı üzere, haktır, olacaktır.4
İmam
Suyuti de, El Havi Lil Fetava adlı kitabı ve El
İ'lam bi Hukmi İsa adlı
risalesinde, konuyla ilgili tüm hadislere yer verdikten sonra, bu hadislerin
mütevatir olduklarını bildirmiştir:
Hadis ilmine vakıf olanlara gizli kalmayacağı üzere, bu hususta
zikrettiğimiz bütün hadisler mütevatir derecesine ulaşmıştır. Dolayısıyla Mehdi
Muntazar (beklenen Mehdi) hakkındaki hadis-i şerifler mütevatir olduğu gibi,
deccal hakkındaki hadis-i şerifler de tevatür derecesine ulaşmış olup, Hz. İsa
(as)'ın inişiyle ilgili hadis-i şerifler de mütevatirdir.5
Konuyla
ilgili hadisler güvenilir hadis kaynağı olan Kütüb-i Sitte'de ve
İmam Malik'in Muvatta'sı, İbn Huzeyme ile İbn Hibban'ın Sahih'leri, İbn Hanbel
ve Tayalisi'nin Müsned'leri gibi en muteber hadis kaynaklarında geniş bir şekilde
yer almaktadır. Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne gelişiyle ilgili hadislerden bazıları
şöyledir:
Sizler on alameti görmedikçe hiçbir zaman kıyamet kopmaz... Biri
de İsa'nın inmesi...6
Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu
İsa'nın adalet sahibi olarak inmesi yakındır...7
Vallahi muhakkak ve muhakkak Meryem oğlu İsa inecek, hem adil
bir hakem, adaletli bir hükümdar olarak inecek...8
İmamınız kendinizden olduğu halde, Meryem oğlu sizin içinize
indiği zaman sizler nasıl olursunuz? 9
14.
asrın büyük müceddidi (Her asırda dini gerçekleri,
dönemin ihtiyaçlarına göre öğretmek üzere gönderilen büyük alim ve
Peygamberimiz (sav)'in varisi olan kişi) olan Hz. Mehdi (as)'ın ortaya
çıkışı ile ilgili olarak Peygamberimiz (sav)'den rivayet edilen hadislerden
bazıları ise şu şekildedir:
Dünyanın ancak bir günlük ömrü kalmış olsa, onun (Mehdi'nin)
başa geçmesi için Cenab-ı Allah o günü behemehal (nasıl olursa olsun, mutlaka)
uzatır.10
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit
kalmamış da olsa, Allah benim Ehl-i Beytimden (soyumdan) bir zatı gönderecek.11
Birçok
değerli İslam alimi de fikir birliği ile Hz. Mehdi (as)'ın gelişinin kesin
olduğu yönündeki kanaatlerini bildirmişlerdir:
İmam Rabbani: Aradan
bin sene geçtikten sonra, Hz. Mehdi (as)'ın gelişi de bunun içindir. Onun
mübarek kudumünü (gelişini), Hatemü'r Rüsul (Peygamberlerin sonuncusu)
Resulullah Efendimiz (sav) müjdelemiştir.12
Muhyiddin Arabi: Bilin
ki, Hz. Mehdi (as) mutlaka çıkacaktır. Ancak yeryüzü zulüm ve işkence ile
dolmadıkça çıkmayacaktır. İşte o da böyle bir zamanda çıkacak, dünyayı doğruluk
ve adalet ile dolduracaktır. Hatta dünyada tek bir gün kalsa, Allah o
günü uzatacak, ta ki o halife gelsin. Bu, mutlaka Allah'ın Resulü'nün soyundan
olacak Hz. Fatıma evladından gelecektir.13
İmam Şarani: Ümmetim
içinde Hz. Mehdi (as) bulunacaktır. Eğer kısa süre olursa yedi yıl, kısa
olmazsa dokuz yıl hüküm sürecektir.14
Bediüzzaman Said Nursi: Ta
ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahipleri, yani Hz. Mehdi (as) ve
şakirdleri (öğrencileri), Cenab-ı Hakk'ın izniyle gelir, o daireyi genişletir ve
o tohumlar sümbüllenir.15
Tüm
bu bilgiler bir kez daha göstermektedir ki büyük hadis alimleri, tefsir
alimleri ve İslam düşünürleri, hadislerde yer alan bilgiler doğrultusunda, Hz.
İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelişi, Hz. Mehdi (as)'ın ahir zamanda ortaya
çıkışı ve deccalin mücadelesi konusunda hemfikirdirler.
HZ. İSA (AS) İKİNCİ KEZ YERYÜZÜNE GELDİĞİNDE NEDEN TANINMAYACAKTIR?
Hz.
İsa (as) yeryüzüne ilk gelişinde -bütün peygamberler gibi- insanlara bir ve tek
olan Allah'a ibadet etmelerini, inkardan, şirkten ve her türlü kötülükten uzak
durmalarını öğütlemiştir. Hz. İsa (as)'ın çağrısına uymayanlar, bu kıymetli
insana engel olmak istemiş, bu amaçla da onun ve çevresindeki müminlerin
üzerinde baskı kurmuşlardır. Bu çabaları sonuçsuz kaldığında ise Hz. İsa (as)'ı
öldürmeye karar vermişlerdir. Ancak bu girişimleri de boşa çıkmıştır. Kuran
ayetlerinde açıkça bildirildiği üzere, bu kimseler Hz. İsa (as)'ı
öldürememişlerdir; onlara onun bir benzeri gösterilmiştir. Rabbimiz'in bir
mucizesi olarak, Hz. İsa (as)'ı ihbar eden kişi, Hz. İsa (as)'ın yerine
öldürülmüştür. Allah Hz. İsa (as)'ı, bilinen biyolojik anlamda canını almadan
Kendi Katına yükseltmiştir. Bir ayette bu konu şu şekilde bildirilmektedir:
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten
öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara ceza verdik.) Oysa onu
öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten
onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir
zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak
öldürmediler. (Nisa Suresi, 157)
Hz.
İsa (as)'ın ölmediğini ve Rabbimiz'in Katına yükseltildiğini haber veren
ayetlerden bir diğeri ise şu şekildedir:
... seni (Hz. İsa) Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden
temizleyeceğim ve sana (Hz. İsa 'ya) uyanları kıyamete kadar inkara sapanların
üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa
düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim. (Al-i İmran Suresi, 55)
Hz.
İsa (as)'ın ahir zamanda ikinci kez yeryüzüne gelişi, Kuran ayetlerinde ve
Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde bize bildirilen kutlu bir müjdedir.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Hz. İsa (as) geldiğinde çok az sayıda insan
kendisini tanıyacak ve ona tabi olacaktır. İnsanların büyük çoğunluğu ise
birtakım telkinlerin ve yalanların etkisi, toplumların içinde bulundukları
koşullar, bilgisizlik veya yanlış bilgilendirme gibi bazı nedenlerle Hz. İsa
(as)'dan uzak duracaklardır.
Kitabın
bu bölümünde insanların neden Hz. İsa (as)'ı tanıyamadıkları ya da tanıdıkları
halde tanımazlıktan geldikleri ve bu mübarek peygamberin yaptığı şerefli
mücadeleyi göz ardı ettikleri açıklanacaktır. Ancak bundan önce şu gerçeği
hatırlatmak gerekir ki, birtakım insanların Hz. İsa (as)'ı tanımamaları ve ona
destek olmamaları, Hz. İsa (as)'ın büyük fikri mücadelesinin Allah'ın yardımı
ve izniyle mutlaka başarıya ulaşmasını engelleyemeyecektir. Müslümanlar,
Rabbimiz'in yaklaşık iki bin yıl sonra bir peygamberini yeniden yeryüzüne
gönderecek olmasının heyecanını, şevkini ve neşesini yaşamakta asla gevşekliğe
kapılmamalıdırlar. Allah'ın takdir ettiği vakit gelip de bu kutlu elçi yeniden
dünyaya döndüğünde, kendisinin yardımcısı ve destekçisi olmak şerefine erişmek
için dua etmek ve bu döneme en güzel şekilde hazırlanmak ahir zamanda yaşayan
inananların en önemli sorumluluklarından biridir.
Sahte Mesihlerin Ortaya Çıkması, Hz. İsa
(as)'ın Tanınmasını Engelleyecektir
Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişi, hem çok büyük bir mucize
hem de çok sevinçli bir müjdedir. Elçiler ve peygamberler gönderilmesi, "Andolsun
ki Allah, müminlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle
lütufta bulunmuştur…" (Al-i İmran Suresi, 164) ayetinde de
buyrulduğu gibi, Rabbimiz'in insanlara bir lütfu ve nimetidir. Dolayısıyla,
iman edenler Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne gelişini şevkle ve heyecanla
beklemektedirler. Ancak hadislerde bildirildiğine göre, Hz. İsa (as)'ın
gelişinden önce sahte mesihler ortaya çıkacaktır. Bu gibi kişilerin ortaya
çıkması insanların Hz. İsa (as) yeniden yeryüzüne geldiğinde bu durumu şüphe ve
tereddüt ile karşılamalarına neden olabilir. Oysa bu son derece yersiz bir
şüphedir. Çünkü;
Birincisi; sahte mesihlerin çıkışı Hz. İsa
(as)'ın geliş alametlerindendir. Pek çok hadiste buna işaret edilmiştir. Bir
hadis-i şerifte şöyle bildirilmektedir:
Her biri Allah'ın Resulü olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı
gönderilmedikçe kıyamet kopmayacaktır.16
Bu
durumda, sahte mesihlerin ortaya çıkışı insanların şüphe veya endişeye
kapılmalarını gerektiren bir durum değil, tam tersine Hz. İsa (as)'ın gelişinin
yakınlaştığına işaret ettiği için heyecan ve şevk duymaları gereken önemli bir
işarettir.
İkincisi; samimi olarak iman edenlerin sahte
mesihlere aldanmaları hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü, Allah'ın izniyle,
Hz. İsa (as) geldiğinde üstün ahlakı, peygamberlere has heybeti, nuru, derin
imanı ve hikmetli tavırlarıyla salih müminler tarafından hemen tanınacaktır.
Samimi müminlerin Hz. İsa (as)'ı tanıyabilmeleri için hiçbir ispata gerek
olmayacaktır. Sahte mesihlerin kendilerini ispata çalışmaları ise onların
sahteliklerinin en açık delilidir.
Hz.
İsa (as)'ın delillerinden biri, yaptığı hayırlı faaliyetler olacaktır. Allah'ın
izniyle dinsiz akımları, inkarın ve ahlaksızlığın insanlar arasında yayılması
için çaba sarf edenlerin sahip oldukları ideolojileri fikri açıdan çok büyük
bir bozguna uğratacaktır.
Unutulmamalıdır
ki, sahte mesihlerin bir kısmı çıkmıştır, bir kısmı da ilerleyen yıllarda
çıkacaktır. (En doğrusunu Allah bilir). Ancak Peygamberimiz (sav) yalancıların
ardından Hz. İsa (as)'ın geri dönüşünü de müjdelemiştir.
Yeryüzüne Bir İnsan Olarak Değil,
"Şahs-ı Manevi" Olarak Geleceğinin Öne Sürülmesi, Hz. İsa (as)'ın
Tanınmasını Engelleyecektir
Bediüzzaman
Said Nursi eserlerinde Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez geleceği konusuna
geniş yer vermiştir. Ancak SaidNursi'nin bu konuyu anlatırken kullandığı
"şahs-ı manevi" kavramı günümüzde gerçek anlamından farklı bir
şekilde anlaşılabilmektedir. Bediüzzaman'ın kullandığı şahs-ı manevi ifadesi,
Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne bir "zat" olarak değil, bir "şahs-ı
manevi" olarak geleceği şeklinde yorumlanabilmektedir. Bu inanış,
insanların Hz. İsa (as)'ı tanımalarını, bu kutlu insanı karşılamak için
hazırlık içinde olmalarını engelleyen nedenlerden biri olabilir. Oysa
Bediüzzaman'ın Hz. İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi olarak değil, bir şahıs olarak
yeryüzüne ikinci kez geleceği ve Hz. Mehdi (as) ile birlikte tüm yeryüzüne
barış ve huzuru hakim kılacağına dair açıklamaları son derece açıktır.
Her
peygamberin ve elçinin çevresinde onun maneviyatının tecellisi olan bir şahs-ı
manevi oluşur. O elçiye tabi olan, onu örnek alan, onun tebliğini izleyenlerin
oluşturduğu bir kitle ve hareket de, onun şahs-ı manevisini oluşturur. Ancak şu
çok açıktır ki, bir şahıs olmadan onun şahs-ı manevisinden de söz edebilmek
mümkün değildir. Her mümin topluluğunun bir önderi olduğu Allah'ın Kuran'da
bildirilen bir adetullahıdır. Dolayısıyla Bediüzzaman Said Nursi de şahs-ı
manevi terimini Kuran'ın adetullahında olduğu şekilde kullanmıştır. Nitekim
Bediüzzaman Said Nursi kendi talebeleri ve eserleri için de şahs-ı manevi
tabirini kullanırken, bu şahs-ı manevinin başında yine kendisi bulunmaktadır. Risale-i
Nur'un şahs-ı manevisine, eserleriyle onu takip eden talebeler de
dahildir, ama nur hareketinin önderi Bediüzzaman da bu ifadeden ayrı tutulamaz.
Bunun
yanı sıra Allah Kuran ayetlerinde, tarih boyunca yaşamış olan her topluluğa
mutlaka kendilerine hak dini anlatan, doğruyu ve yanlışı gösteren elçiler
gönderildiğini bildirmiştir. Kuran'da, gönderilen elçiler hakkında daha pek çok
detaylı bilgi verilmiştir. Yaşadıkları olaylar, aileleri, eşleri, çocukları,
Allah'a olan samimi imanları ve duaları ile ilgili ayetlerde çeşitli bilgiler
yer almaktadır. Tüm bu bilgiler bize, "tarih boyunca hiçbir
elçi, nebi veya resulün bir şahs-ı manevi olarak gönderilmediğini, tüm
elçilerin birer şahıs olarak geldiklerini" göstermektedir. Aynı şekilde
Peygamberimiz (sav)'den sonra gelen ve İslam tarihinde yer alan hiçbir
müceddid veya müçtehid de bir şahs-ı manevi olarak gönderilmemiştir. Kuran'ın adetullahında tüm elçilerin,
tüm müceddidlerin insanları uyarıp korkutacak, onları Allah'ın rızası, rahmeti
ve cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu yanlıştan ayıracak bir hidayet
rehberi olabilecek birer şahıs olarak gönderildikleri görülmektedir.
Kuşkusuz
ki yüzyıllardır süregelen Kuran'ın bu adetullahı, tüm İslam tarihinde olduğu
gibi ahir zamanda gelecek olan Hz. İsa (as) için de söz konusudur. Hz. İsa (as)
da yeryüzüne tekrar geldiğinde, yine ona yakın kişilerden oluşan bir cemaati
olacak, başlarında da Hz. İsa (as) olacaktır. Şahıs olmadan şahs-ı manevisi
olması tüm diğer elçilerde olduğu gibi, Hz. İsa (as) için de söz konusu değildir.
Nitekim aşağıda yer alan Bediüzzaman'ın sözlerinde, bu konunun hiçbir
tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.
I. SÖZ
...
Hazret-i İsa Aleyhisselam, İsevilik şahs-ı manevisini temsil
ederek, dinsizliğin şahs-ı manevisini temsil eden deccalı öldürür
(yok eder)...17
Bediüzzaman
bu sözünde İsevilik şahs-ı manevisinin ne olduğunu açıklamaktadır. Bir şahs-ı
manevinin bir şahs-ı maneviyi temsil etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla
buradan şu iki sorunun cevabı çok açık olarak anlaşılmaktadır:
İsevilik şahs-ı manevisini bir kişi temsil ediyor. Bu kimdir?
Hz. İsa (as).
Hz. İsa (as) kimi temsil ediyor?
İsevilik şahs-ı manevisini.
Hz. İsa (as).
Hz. İsa (as) kimi temsil ediyor?
İsevilik şahs-ı manevisini.
Bu
soruların cevapları da yine Bediüzzaman'ın Hz. İsa (as)'dan ve şahs-ı
manevisinden ayrı kavramlar olarak bahsettiğini açıkça ortaya koymaktadır.
II. SÖZ
..
.ancak harika ve mu'cizatlı (mucizeler sahibi) ve umumun makbulü (umumun kabul
ettiği) bir zat olabilir ki: O zat, en ziyade alakadar ve ekser (birçok)
insanların peygamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselam'dır... 18
Bediüzzaman'ın
bu açıklamasında Hz. İsa (as) için "bir zat" ifadesi kullanılmıştır; iki veya üç
değil. Sonra da "o zat" diye devam edilerek burada
bahsedilenin bir şahs-ı manevi değil, bir şahıs olarak gelecek olan Hz. İsa
(as) olduğu tekrar vurgulanmıştır. Tüm bunlar hep "tekil" ifadelerdir; ve tümünde de bir şahs-ı
maneviden değil, "tek bir şahıstan" bahsedilmektedir.
Bediüzzaman
burada ayrıca deccalin yaptıklarını ortadan kaldırabilecek "mucize
sahibi bir kişi"nin gerekliliğinden bahsetmiştir. Bu,
mucize gösterebilecek tek kişinin de Hz. İsa (as) olduğunu söylemiştir. Bir
şahs-ı manevinin mucize göstermesi mümkün olmayacağı için burada da Hz. İsa
(as)'dan yine bir zat olarak bahsedildiği çok açıktır.
III. SÖZ
Hatta
"Hazret-i İsa Aleyhisselam gelir. Hazret-i Mehdi'ye namazda iktida eder,
tabi olur." diye rivayeti, bu ittifaka (birleşmeye) ve hakikat-ı
Kur'aniyenin metbuiyetine (Kur'an hakikatlerine uyulmasına, tabi olunmasına) ve
hakimiyetine işaret eder.19
Bediüzzaman'ın
bu sözünde Hz. İsa (as)'ın Hz. Mehdi (as) ile birlikte namaz kılacağı
belirtilmiştir. Pek çok sahih hadiste de yer alan bu ifade, Hz. İsa (as) ile
Hz. Mehdi (as)'ın karşılıklı diyalog içerisinde olacaklarını ve bizzat dünyevi
bedenleri ile müminlerin başında bulunacaklarını göstermektedir.
Ayrıca
bu izah da yine Hz. Mehdi (as)'ın ve Hz. İsa (as)'ın birer şahs-ı manevi değil,
birer kişi olarak zuhur edeceklerini açıklayan bir başka delildir. Hz. İsa
(as), yeryüzüne önceki gelişinde namaz ibadetini yerine getirdiği gibi ikinci
kez gelişinde de Allah'ın izniyle bu ibadetine devam edecektir. Kuran'da bu
konu şöyle bildirilmektedir:
(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana
Kitab'ı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım,) beni kutlu
kıldı ve hayat
sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti." (Meryem Suresi, 30-31)
Bediüzzaman'ın
eserlerinde kullandığı "şahs-ı manevi" kavramı konusundaki yanlış
anlaşılmaya açıklık kazandıran bu izahlara daha pek çok örnek vermek mümkündür.
Ancak bunlardan sadece birkaç tanesi bile, Hz. İsa (as)'ın ve Hz. Mehdi (as)'ın
ahir zamanda beraberlerindeki mümin topluluklarının şahs-ı manevisi ile
birlikte, onlara önderlik ederek zuhur edeceklerinin anlaşılması için
yeterlidir. (Ayrıntılı bilgi için bkz Şahsı Manevi Yanılgısı,
Adem Yakup)
Bediüzzaman
tüm bu sözlerinde "Hz. İsa (as) ve cemaatinin şahs-ı manevisi" olarak
iki ayrı kavramdan bahsetmektedir. Bu "ikisinin biraraya gelmesinden
şahs-ı manevi kavramının oluştuğunu", ancak bu mübarek ve kutlu peygamberin
şahs-ı manevisiyle birlikte, bizzat beraberlerindeki müminlere önderlik
edeceğini açıklamaktadır. Bediüzzaman Said Nursi, Hz. İsa (as)'ın, kendisinden
önce gelip geçmiş tüm elçiler ve peygamberler gibi cismani bir şahıs olacağını
sözlerinde pek çok defa açıkça ifade etmiştir. Buraya kadar anlatılanlardan
anlaşıldığı gibi, "şahs-ı manevi" kavramını, onun önderi olan,
başındaki şahıstan ayrı, müstakil ve bağımsız değerlendirmek büyük bir hata
olur. Kuran'da bahsi geçen tüm mümin topluluklarının başında bir elçi ya da
önder yer almaktadır. Ahir zamanda da Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim
olması gibi dünya tarihinin çok müstesna bir döneminde müminlerin öndersiz,
kendi halinde bir topluluk olarak kalmaları Kuran'da bildirilen adetullaha
uygun değildir. (En doğrusunu Allah bilir). Hz. İsa (as) ahir zamanda yeryüzüne
tekrar gelecek, müminlere önderlik edecek ve Hz. Mehdi (as) ile birlikte İslam
ahlakının nurunun tüm insanları aydınlatmasına vesile olacaklardır.
Çevresinde,
Geçmişte Olduğu Gibi İnkara Eğilimli İnsanlar Olması, Hz. İsa (as)'ın
Tanınmasını Engelleyecektir
Hz.
İsa (as) yeniden dünyaya geldiğinde, geçmişte olduğu gibi, çevresinde yine
inkara eğilimli insanlar olabilir. Bu insanlar Hz. İsa (as)'ın tanınmaması için
gizli ve açık birtakım faaliyetler yürütebilirler. Hz. İsa (as), dünyaya ilk
gelişinde inkar edenlere karşı verdiği büyük mücadelenin yanı sıra, Musevi
toplumu içindeki sözde din adamlarına ve çevresindeki münafıklara karşı da
mücadele vermiştir. Kuran'da Hz. İsa (as)'ın çevresinde inkara eğilimli
insanlar olduğuna şöyle işaret edilmiştir:
Nitekim İsa, onlarda
inkarı sezince, dedi ki:
"Allah için bana yardım edecekler kimdir?"... (Al-i İmran Suresi, 52)
Ayetten
de anlaşıldığı üzere, Hz. İsa (as), çevresindeki bazı insanların inkar etmeye
ve inkarcı ahlakına benzer bir ahlak göstermeye eğilimli olduklarını hissetmiş
ve "yardımcılarının kimler" olduğunu sormuştur. Allah'a gönülden iman
eden, Hz. İsa (as)'a itaat edip teslim olmuş salih müminler de Hz. İsa (as)'ın
yardımcısı olduklarını söylemişlerdir:
... Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a
inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler.
"Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi
şahidlerle beraber yaz." (Al-i İmran Suresi, 52-53)
Bu
durum, Hz. İsa (as)'ın insanları Allah'ın varlığına ve birliğine iman etmeye ve
gerçek din ahlakını yaşamaya davet ederken ne kadar zorlu bir ortam içinde
bulunduğuna işaret etmektedir. Bu ayetlerden sonra gelen ayette ise,
inanmayanların Hz. İsa (as)'a bir tuzak kurmuş oldukları haber verilmektedir:
Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna
karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)
Ancak
ayette de müjde verildiği gibi Hz. İsa (as)'a kurulan tuzağı Rabbimiz bozmuş ve
inkarcıların hedeflerine ulaşmalarına izin vermemiştir.
Hz.
İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde de, çevresindeki inkara eğilimli
kişiler, insanların onu tanımaması ve ona itaat etmemeleri için çeşitli
tuzaklar kurabilirler. Ancak, Allah'ın izniyle, geçmişte inkarcıların
kurdukları tuzaklar nasıl boşa çıktıysa, Hz. İsa (as) yeniden geldiğinde bu
mübarek peygambere karşı kurulan tüm tuzaklar da boşa çıkacaktır.
Önde
Gelenlerin Toplum Üzerindeki Baskısı, Hz. İsa (as)'a Uyulmasını Engelleyecektir
Kuran'da
toplumun önde gelenlerinin büyük kısmının, gönderilen elçilere ve onların
tebliğ ettiği hak dine karşı mücadele içinde oldukları haber verilmiştir. Bu
durum Enam Suresi'nin 123. ayetinde şu şekilde bildirilmiştir:
Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli-
düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar,
hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (Enam Suresi, 123)
Rabbimiz'in
bu ayeti tarih boyunca yaşamış olan pek çok toplumda tecelli etmiştir. Hz. Musa
(as) kavmini doğru yola davet ettiğinde, dönemin önde gelenleri olan Firavun ve
yakın çevresi Hz. Musa (as)'ın tebliğine engel olmak için büyük mücadele
vermiştir. Hz. Musa (as)'a inanılmasını engelleyebilmek için, ona inananların
erkek çocuklarını katletmiş, ellerini ve ayaklarını çaprazlama kesmekle tehdit
etmiş, iman edenlere çeşitli zulümler yapmıştır. Hz. İbrahim insanları yalnızca
Allah'a iman etmeye çağırdığında ise, dönemin önde gelenleri onu ateşe atmaya
kalkışmışlardır. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in döneminde de bu
durum değişmemiş, yaşadığı toplumun önde gelen sınıfının baskıları
süregelmiştir. Başta Ebu Leheb ve yakın çevresi olmak üzere, Peygamberimiz
(sav)'e karşı olan Mekkeli müşrikler, sahabeleri, Hz. Muhammed (sav)'e itaat
etmekten alıkoymak için büyük zulüm ve eziyetler yapmışlardır. Tüm bu baskı ve
eziyetler, peygamberler ilk geldiklerinde kendilerine çok az sayıda insanın
uymasına, toplumun büyük kısmının ise hak dini tebliğ eden bu kıymetli
insanlardan uzak durmasına neden olmuştur.
Hz.
İsa (as) da yeryüzüne ilk gelişinde, dönemin önde gelenlerinin neden olduğu
baskı ve zorluklarla karşılaşmıştır. Nitekim Hz. İsa (as)'a sayıca çok az
oldukları bilinen havariler dışında kimsenin tabi olmamış olması da bu durumun
önemli göstergelerindendir. Tüm bu bilgiler, Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne
geldiğinde de benzer bir ortamla karşılaşabileceğine işaret etmektedir.
Kuran'da, tarih boyunca pek çok toplumun önde gelenlerinin din ahlakına karşı
yoğun bir mücadele verdikleri haber verilmiştir. Allah Kuran'da şu şekilde
bildirmektedir:
Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın 'refah
içinde şımaran önde gelenleri': "Gerçekten biz, sizin kendisiyle
gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz" demişlerdir. (Sebe Suresi, 34)
İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi
göndermiş olmayalım, mutlaka onun 'refah içinde şımarıp azan önde gelenleri'
(şöyle) demişlerdir: "Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde
bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz." (Zuhruf Suresi, 23)
Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli-
düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar,
hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (Enam Suresi, 123)
Rabbimiz'in
bu ayetleriyle bildirdiği kanunu, Hz. İsa (as) yeniden dünyaya geldiğinde bir
kez daha tecelli edebilir. Toplumun önde gelenleri, insanları Hz. İsa (as)'a
inanmaktan alıkoyabilmek için çeşitli baskılar yapabilirler. Bu da insanların
Hz. İsa (as)'a uymaktan çekinmelerine ve bu mübarek peygamberden uzak
durmalarına neden olabilir. Ancak şunu da hemen belirtmek gerekir ki, samimi
olarak Allah'a iman edenleri hak peygambere tabi olmaktan, Allah'ın izniyle,
hiçbir baskı, hiçbir zorluk alıkoyamaz. Peygamberimiz (sav)'le birlikte yaşama
şerefine erişmiş sahabelerin bu konudaki tavrı tüm Müslümanlara örnek
olmalıdır. Allah Kuran'da, bazı kimselerin Peygamberimiz (sav) ile birlikte
mücadele eden müminleri, mücadelelerinden alıkoymak ve Hz. Muhammed (sav)'den
uzaklaştırabilmek için tedirgin etmeye çalıştıklarını haber vermiştir.
İnkarcıların bu hilesi ve müminlerin bu durum karşısındaki cevabı ise Kuran'da
şu şekilde bildirilmiştir:
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar
topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar
ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 173)
Hz.
İsa (as) yeniden yeryüzüne geldiğinde de, insanları bu mübarek peygambere
uymaktan alıkoymaya çalışanlara karşı, samimi müminlerin cevabı ayette haber
verildiği gibi olmalıdır. Rabbimiz'in bu seçkin ve onurlu elçisi ikinci kez
geldiğinde, salih müminler ona gönülden teslim olup destek olacaklar, Allah'ın
izniyle, hiçbir zorluk onları yıldırmayacaktır.
Hıristiyanlığın
Dejenere Olmuş Olması, Hz. İsa (as)'ın Tanınmasını Engelleyecektir
Peygamberlerin
tebliğini inkar eden toplumların öne sürdükleri sözde bahanelerden biri de,
peygamberlerin onları geleneksel dinlerinden uzaklaştırmaya çalıştığı
iddiasıdır. Her toplum belirli adet ve göreneklere, bir kültür birikimine ve
geleneksel inançlara sahiptir. Bu inançları arasında, peygamberlerin tebliğ
ettiği hak dinin gereği olan güzel ahlaka uygun olmayan çeşitli batıl
uygulamalar ve hurafeler de olabilir. Peygamberler ise gönderildikleri
toplumları, inançlarının içine karışmış batıl uygulamalardan ve hurafelerden
arındırır, onları Allah Katında hak olan din ahlakını yaşamaya çağırırlar. Ne
var ki batıl yönlerini biliyor olmalarına rağmen, geleneksel inanç ve
uygulamalarından ayrılmak istemeyen bazı insanlar, peygamberlerin bu çağrısına
uymazlar. Onlar Kuran'da bildirildiği gibi, "atalarının dinlerine" yani
birtakım batıl gelenek ve göreneklerine bağlı kalmakta ısrar ederler. Kuran'da
bu insanların durumu şu şekilde haber verilmiştir:
Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun"
denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye
(geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve
doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi, 170)
Bu
insanların atalarının dinine duydukları bağlılık ise, temelde kurulu
düzenlerinin bozulmasından endişe etmelerinden kaynaklanmaktadır. Menfaatlerini,
makam ve mevkilerini, sözde toplum içerisindeki itibarlarını üzerine kurdukları
tüm sistemin alt üst olması bu insanlar için kabul edilebilir bir durum
değildir. Bu nedenle de, peygamberlerin tebliğ ettiği hak dini kendileri için
büyük bir tehlike olarak görür ve var güçleriyle peygamberlere karşı mücadele
yürütürler. Bu ahlaktaki insanların, tarih boyunca gönderilmiş tüm elçilere
aynı şekilde karşı geldikleri Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi
göndermiş olmayalım, mutlaka onun 'refah içinde şımarıp azan önde gelenleri'
(şöyle) demişlerdir: "Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde
bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz." (Zuhruf Suresi, 23)
Hz.
Şuayb (as)'a, Hz. Nuh (as)'a, Hz. Musa (as)'a, Hz. Lut (as)'a, Hz. Süleyman
(as)'a, Hz. İbrahim (as)'a ve sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e bu
şekilde karşı çıkan insanlarla benzer ahlaka sahip olanlar, Hz. İsa (as) ikinci
kez yeryüzüne geldiğinde ona da aynı nedenle karşı çıkacak olabilirler. Ve bu
insanların içerisinde bulundukları topluma yapacakları sahte telkinler, büyük
çoğunluğun da Hz. İsa (as)'ı tanıyamamasına neden olacak olabilir.
Bunun
yanı sıra, Hz. İsa (as) ikinci kez geldiğinde İslam ile hükmedecektir. Bu
durum, özellikle pek çok batıl gelenek ve inanca sahip olan bazı Hıristiyanlar
tarafından şaşkınlıkla karşılanabilir. Oysa, Hz. İsa (as) onları doğruya ve
kurtuluşa davet edecektir. Ancak bu durumu kavrayamamaları bu kimseleri büyük
bir yanılgıya sürükleyecek olabilir. (En doğrusunu Allah bilir).
Bazı
Hıristiyanların bu konuda yaşayacağı tedirginliğin ve şaşkınlığın temelinde
ise, Hıristiyanlığın, Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmesinin ardından
başta Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olduğu (Allah'ı tenzih ederiz) ve teslis
(Allah'ı tenzih ederiz) gibi sapkın inanışlar olmak üzere büyük tahribata
uğraması yer almaktadır. Bu kişiler Hıristiyanlığı tahrif edilmiş haliyle
muhafaza edebilmek için, Hz. İsa (as)'ın Allah'ın varlığını ve birliğini tebliğ
etmesine, kendisinin de Allah'ın bir kulu ve yalnızca peygamberi olduğunu haber
vermesine ve onları İslam ahlakına davet etmesine karşı gelecek olabilirler.
Atalarından öğrendikleri bu batıl dini sürdürmek isteyenler, Hz. İsa (as)'ın
tanınmasını ve hak dini tebliğ etmesini engellemek için büyük uğraşlar verecek
olabilirler. Firavun ve yakın çevresi de, Hz. Musa (as) kendilerini doğruya
davet ettiğinde, benzer bir şekilde atalarının sapkın dininden vazgeçmek
istememiş ve hatta Hz. Musa (as) ve Hz. Harun'u çirkin iftiralarla engellemeye
çalışmışlardır. Kavminin Hz. Musa (as)'ın tebliği karşısındaki bu tutumu
Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
Onlar: "Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz
(yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz?
Biz, sizin ikinize inanacak değiliz" dediler. (Yunus Suresi, 78)
Ayette
bildirildiği gibi, Hz. Musa (as)'ın kavmi hem atalarının batıl inanışlarına
karşı akıl ve mantık dışı bir bağlılık sergilemekte, hem de inananlara iftira
atarak, onların tebliğini kendilerince etkisiz hale getirmeye çalışmaktadırlar.
Hz. İsa (as) Allah'ın izniyle yeryüzüne gelip, yeniden insanları Kuran ahlakına
çağırdığında da bu ahlaktaki insanlar, bu mübarek peygamberin gerçekte Hz. İsa
(as) olmadığı yalanını ortaya atabilir; bu kutlu peygamberi bunun gibi çeşitli
iftiralarla itham edebilirler. Söz konusu kişilerin bu yöndeki propagandaları,
din ahlakından uzak yaşayan pek çok insanın bu yalanların etkisi altında
kalarak Hz. İsa (as)'ı tanıyamamalarına neden olacak olabilir.
Hıristiyanlığın
tarihi dejenerasyonunun yanı sıra, ahir zamanda deccaliyetin telkinleriyle,
Hıristiyan toplumların dinlerinden iyice uzaklaşmaları da söz konusu olabilir.
Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde, deccaliyetin bu toplumları manevi değerlerden
uzaklaştırmasına dikkat çekmiştir:
... Aynen öyle de, büyük deccal şeytanın iğvası (aldatma) ve
hükmü ile şeriat-ı İseviyenin (İsevilik dininin) ahkamını (hükümlerini)
kaldırıp, Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini (sosyal hayatlarını) idare eden
rabıtaları (bağları) bozarak, anarşistliğe ve Ye'cüc ve Me'cüc'e zemin hazır
eder.20
Bediüzzaman'ın
bu açıklamalarına göre, deccaliyet, telkin ve yönlendirmeleriyle, gerçek
İseviliğin hükümlerini ortadan kaldıracak ve Hıristiyanların sosyal düzenlerini
sağlayan, onları birarada tutan manevi değerleri bozacaktır. Bediüzzaman'ın da
dikkat çektiği tüm bu koşullar, Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde
bazı kimselerin bu mübarek peygamberin ve onun şerefli mücadelesinin farkına
varamamalarına, bazı kimselerin de belirli amaçlar doğrultusunda kendisini
tanımazlıktan gelmelerine neden olacak olabilir.
Hz.
İsa (as)'ın Kuran'la Hükmedecek Olması Tanınmasını Engelleyecektir
Hıristiyanlar
da tıpkı Müslümanlar gibi, Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne gelişini
beklemektedirler. Ancak Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde,
Hıristiyanlar arasındaki bazı sapkın inanışları ve tahrif edilmiş batıl
uygulamaları ortadan kaldıracak, tüm insanları Kuran'da bildirilen gerçek din
ahlakına davet edecektir.
Tüm
peygamberler gönderildikleri toplumlara aynı din ahlakını tebliğ etmişlerdir.
Bütün elçiler, içinde yaşadıkları toplumları yalnızca Allah'a iman etmeye, O'na
kulluk etmeye, O'nu razı edecek bir hayat yaşamaya davet etmişler; ahiret
gününün azabından korunmaları için halklarına yol göstermişlerdir. Allah'ın tüm
peygamberlerine indirdiği ve peygamberlerin de halklarına tebliğ ettikleri
dinin aynı olduğu, bir ayette şöyle haber verilmektedir:
O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa
düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi,
İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri etti ... (Şura Suresi, 13)
Dolayısıyla Hz. İsa (as) da, yeniden dünyaya geldiğinde
insanları Allah'ın tüm peygamberlerine indirmiş olduğu hak dine davet
edecektir. Bu hak din, İslamiyet'dir. Dinin Allah Katında İslam olduğu, "Hiç şüphesiz din, Allah Katında İslam'dır..." (Al-i İmran Suresi, 19) ayetiyle
haber verilmiştir. Hz. İsa (as) da ikinci kez gelişinde insanlar arasında son
hak kitap olan Kuran'la hükmedecek ve Allah'ın izniyle tüm insanları İslam
ahlakında birleştirecektir.
Nitekim
Bediüzzaman Said Nursi de, açıklamalarında Hz. İsa (as)'ın gelişiyle birlikte
Hıristiyanlığın batıl inanışlarından sıyrılarak gerçek İseviliğe döneceğini
haber vermiştir:
İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir
zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselam'ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan
hakiki İsevilik dini zuhur edecek (ortaya çıkacak), yani rahmet-i İlahiyenin
semasından nüzul edecek; hal-i hazır Hıristiyanlık dini o hakikata karşı
tasaffi edecek (temizlenecek), hurafattan ve tahrifattan (hurafelerden ve
tahriflerden) sıyrılacak, hakaik-i İslamiye (İslam gerçeği) ile birleşecek;
manen Hıristiyanlık bir nevi İslamiyet'e inkılab edecektir. Ve Kuran'a iktida
ederek (uyarak), o İsevilik şahs-ı manevisi tabi (uyan) ve İslamiyet metbu
(uyulan) makamında kalacak; din-i hak bu iltihak (katılma) neticesinde azim bir
kuvvet bulacaktır.21
Bediüzzaman'ın
sözlerinde belirttiği gibi, Hıristiyanlık dini, Hz. İsa (as)'ın ikinci kez
yeryüzüne gelişiyle birlikte, batıl inanışlardan, hurafelerden ve tahrif olmuş
özelliklerinden arınacak ve temizlenecektir. İsevilik gerçek din olan İslamiyet
ile birleşecek, manevi olarak Hıristiyanlık İslamiyet'e dönecektir.
Bu
durum, sapkın inanışlarını ve batıl uygulamalarını devam ettirmek isteyen
insanlar tarafından tereddütle karşılanacak ve insanların büyük bir
çoğunluğunun Hz. İsa (as)'ı tanıyamamasına neden olacak olabilir. Ancak vicdan
sahibi, Allah'a samimi olarak iman eden, Allah'tan korkup sakınan, ahiret
gününde hesap vereceğine inanan müminler ise Hz. İsa (as)'ı gördüklerinde hemen
ona iman edecek ve gönülden tabi olacaklardır.
Sevgili
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de, Hz. İsa (as) yeniden yeryüzüne geldiğinde,
Müslümanların bu değerli insanın yardımcıları olma şerefine erişeceklerini
haber vermiştir. Peygamberimiz (sav)'in hadis-i şerifinde şöyle buyrulmaktadır:
... Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki,
elbette Meryem oğlu İsa (kıyamete yakın indirildiği zaman) benim ümmetimde,
kendi (peygamberliği dönemindeki sahabeleri olan) havarilerine halef (onların
yerini tutacak kimseler) bulacaktır.22
Hz.
İsa (as)'ın yardımcıları olmak, hiç şüphesiz samimi olarak iman edenler için
hem çok büyük bir müjde hem de önemli bir sorumluluktur. Hz. İsa (as)'ın
destekçisi olmak gibi şerefli bir konuma erişebilmek tüm iman edenlerin
gönülden talebidir.
Geçmişte
de Dönemin Sözde Din Adamları Hz. İsa (as)'ı Tanıyamamışlardır
Hz.
İsa (as)'ın yaşadığı dönemde, Akdeniz tümüyle Roma İmparatorluğu'nun egemenliği
altındaydı. Romalılar Akdeniz çevresinde yaşayan tüm toplumlar gibi, çok
tanrılı batıl bir dine inanıyorlardı. Musevi toplumunun içinde de dini farklı
şekillerde yorumlayan birçok mezhep bulunmaktaydı. Allah'ın Hz. Musa (as)'a
vahyettiği hak dinden uzaklaşılmış, batıl gelenekler ve çarpık inançlar
türetilmişti. Hz. İsa (as) yeryüzüne ilk gelişindeki bu dönemde, hem sputperest
Helen kültürüyle ve hem de Museviler içindeki bazı müşrik gruplarla çok büyük
bir fikri mücadele içinde olmuş, onlara Allah'ın dinini hikmetli örneklerle
anlatmıştır.
Ancak, Hz. İsa (as)'ın insanları davet ettiği hak yola karşı çıkanların başında birtakım sözde din adamları yer almıştır. Bu kimseler, Allah'ın Hz. İsa (as) aracılığıyla insanlara gönderdiği vahiyden rahatsızlık duymuşlardır. Çünkü Hz. İsa (as)'ın tebliği, hem maddeci bir dünya görüşüne sahip olanların, hem de samimiyetini kaybederek, şekle ve hurafeye yönelenlerin yanlış yolda olduklarını göstermekteydi.
Ancak, Hz. İsa (as)'ın insanları davet ettiği hak yola karşı çıkanların başında birtakım sözde din adamları yer almıştır. Bu kimseler, Allah'ın Hz. İsa (as) aracılığıyla insanlara gönderdiği vahiyden rahatsızlık duymuşlardır. Çünkü Hz. İsa (as)'ın tebliği, hem maddeci bir dünya görüşüne sahip olanların, hem de samimiyetini kaybederek, şekle ve hurafeye yönelenlerin yanlış yolda olduklarını göstermekteydi.
Kurulu
düzenden menfaat sağlayan bu sözde din adamları, kendilerini hak olana
çağırdığını bildikleri halde Hz. İsa (as)'ın tebliğine uymayı kabul
etmemişlerdir. Söz konusu kişiler, Musevi toplumu üzerinde büyük bir otoriteye
sahiptiler. Din adamı gibi görünerek herkesten büyük bir saygı görüyorlardı.
Oluşturdukları batıl sistem, onlara statü ve hatta para kazandıran bir kurum
haline gelmişti. Ülkeyi yönetmekte olan Roma Valisi ile de iş birliği
içindelerdi. Bu sayede Roma'nın kendilerine sağladığı ayrıcalıklardan
yararlanmaktaydılar. Bu şartlar göz önünde bulundurulduğunda, Hz. İsa (as)'ın
tebliğinin neden bu sözde din adamlarını rahatsız ettiği açıkça ortaya
çıkmaktadır. Çünkü Hz. İsa (as) da tüm peygamberler gibi, gönderildiği toplumun
insanlarına, bozuk olan, her türlü ahlaksızlığı meşru gören bu batıl sistemin
kötülüklerini anlatmış, onları bundan vazgeçmeye çağırmıştır. İnsanlara
yaptıkları tüm adaletsizlikleri, haksızlıkları, ahlaksızlıkları ve putperest
dinlerini terk etmelerini sadece Allah için yaşamalarını tebliğ etmiştir.
İnsanlara Allah'tan korkup sakınmayı, Allah'ı sevmeyi, Allah'a teslim olmayı
öğütlemiştir.
İncil'de
Hz. İsa (as)'ın, halkın önünde bu sahte din adamlarının sahtekarlıklarını şu
şekilde açıkladığı ifade edilir:
Uzun kaftanlar içinde dolaşmaktan hoşlanan, meydanlarda
selamlanmaya, havralarda en seçkin yerlere, şölenlerde baş köşelere kurulmaya
bayılan din bilginlerinden sakının. Dul kadınların malını mülkünü sömüren,
gösteriş için uzun uzun dua eden bu kişilerin cezası daha da ağır
olacaktır. (Luka, 20: 46-47)
Kuran'da
ise Hz. İsa (as)'ın Tevrat'ı doğrulamak, Musevileri batıl inanış ve
uygulamalarından arındırmak için gönderildiği birçok örnekle haber verilmiştir.
Al-i İmran Suresi'nde Hz. İsa (as)'ın tebliği şöyle haber verilmiştir:
Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı
şeyleri helal kılmak üzere size Rabbiniz'den bir ayetle geldim. Artık Allah'tan
korkup bana itaat edin. Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de
Rabbiniz'dir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur. (Al-i İmran Suresi, 50-51)
Dönemin
bazı Musevi din adamları, kitaplarında yazılı olan Mesih'i bekliyor olmalarına
ve Hz. İsa (as)'ın üstün ahlakına, imanına ve Rabbimiz'in ona lütfettiği
mucizelere şahit olmalarına rağmen Hz. İsa (as)'ı tanımazlıktan gelmiş ve ona
karşı büyük mücadele yürütmüşlerdir. İşte geçmişte menfaatleri sarsılan bazı
sözde din adamlarının Hz. İsa (as)'a karşı çıkmaları gibi, Hz. İsa (as) yeniden
dünyaya geldiğinde de benzer ahlaka sahip kişilerin Hz. İsa (as)'a karşı
çıkmaları söz konusu olabilir. Sözde din adamı görünümünde olan bu kişilerin
kendilerince Hz. İsa (as) aleyhinde konuşmaları ve bu yönde propaganda
yapmaları halkın bazı kesimlerinin de yanlış yönlenmesine sebep olabilir. Oysa
samimi olarak Allah'ın indirdiği dine inanan ve yalnızca Allah rızası için
yaşayan bir insan, Allah'ın izniyle, Hz. İsa (as)'ı gördüğü anda vicdanıyla
hemen bu mübarek peygamberi tanır ve ona tam bir teslimiyetle teslim olur.
Samimi olarak iman edenlerin, makam mevki elde etmek, elde etmiş oldukları
konumları korumak gibi bir kaygı ve endişeleri yoktur. Salih müminlerin tek
istekleri yalnızca Allah'ı razı etmek ve O'nun hoşnut olacağı bir yaşam sürebilmektir.
Hz. İsa (as) geldiğinde de, yine yalnızca Allah'ın rızasını gözetmelerinden
dolayı, Allah'ın izniyle bu mübarek peygambere tabi olacak ve onu en güzel
şekilde destekleyeceklerdir.
Yeryüzüne
Beşer Olarak Gelmesi, Bazı İnsanların Hz. İsa (as)'ı Tanımalarını
Engelleyecektir
Hıristiyanlığın
tahrif edilmiş sapkın inanışlarından biri de, Hz. İsa (as)'ın sözde
ilahlaştırılması (Allah'ı tenzih ederiz) ve Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu
olduğunun (Allah'ı tenzih ederiz) iddia edilmesidir. Bu sapkın inanışlar, bazı
insanların Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde, bu mübarek peygamberi
tanımalarına engel olabilir. Kuran'da bu sapkın inanç şu şekilde
bildirilmiştir:
Andolsun, "Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'tir"
diyenler küfre düşmüştür... (Maide Suresi, 72)
Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a
karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak
Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu ('Ol' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve
O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür"
demeyiniz... (Nisa Suresi, 171)
Hz.
İsa (as) da diğer tüm peygamberler gibi, Allah Katında seçkin, onurlu ve
değerli olan mübarek bir beşerdir. Rabbimiz'in tüm insanlara örnek olacak bir
ahlak ve imanla yarattığı bir kuludur. İnsanlara, şirk koşmadan, bir ve tek
olan Allah'a iman etmelerini öğütlemiştir. Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne
geldiğinde de, Hıristiyanlığı bu tahrif edilmiş sapkın inanışlardan
arındıracaktır. İnsanları, Kuran'da bildirilen yüce sıfatlarıyla Rabbimiz'e
yönelip dönmeye, yalnızca O'nun rızası için yaşamaya, ahiret gününde hesap
vereceklerini unutmamaya, her türlü batıl inanç ve uygulamayı terk edip gerçek
din ahlakını yaşamaya davet edecektir. Hıristiyanlık inancı içerisinde bazı
insanların öne sürdükleri iddiaların büyük bir yalandan ibaret olduğunu,
kendisinin yalnızca bir beşer ve Allah'ın peygamberi olduğunu onlara Hz. İsa
(as)'ın bizzat kendisi açıklayacaktır. Kuran'da Hz. İsa (as)'ın insanlara şirk
koşmadan iman etmelerini bildirdiği şu şekilde haber verilmiştir:
... Oysa Mesih'in dediği (şudur:) "Ey İsrailoğulları, benim
de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin. Çünkü O, Kendisi'ne
ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir.
Zulmedenlere yardımcı yoktur." (Maide Suresi, 72)
Tarih
boyunca inkarcıların iman etmemek ve elçilerin çağrılarına uymamak için öne
sürdükleri batıl iddialardan biri; peygamberlerin kendileri gibi insanlar
oldukları ve bu nedenle onlara inanmayacaklarını söylemeleridir. Aslında bu ve
benzeri batıl mantıklar, bu kimselerin iman etmemek için öne sürdükleri
samimiyetsiz bahanelerdir. Allah Kuran'da bu ahlaktaki insanların iman etmek
için elçilerden mucize istediklerini ancak, Rabbimiz'in bir lütfu olarak
mucizeler gerçekleştiğinde yine de iman etmediklerini bildirmiştir:
Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse, kesin
olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. De ki: "Ayetler,
ancak Allah Katındadır." Onlara (mucizeler) gelse de kuşkusuz
inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz? (Enam Suresi, 109)
Nitekim
inkar edenlerin, geçmiş toplumlara gönderilmiş elçilere verdikleri cevaplar da,
bu kimselerin sapkın mantık örgülerini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de toplumunu din ahlakını yaşamaya çağırdığında
onlardan benzer cevaplar almıştır. Bu kimselerin gösterdikleri sapkın tavır
Kuran'da şöyle haber verilmektedir:
Dediler ki: "Bu elçiye ne oluyor ki, yemek yemekte ve
pazarlarda dolaşmaktadır? Ona, kendisiyle birlikte uyarıcı olacak bir melek
indirilmesi gerekmez miydi? Ya da kendisine bir hazinenin bırakılması veya
(ürünlerinden) yemekte olduğu bir bahçesi olması (gerekmez miydi)?"
Zulmedenler dedi ki: "Siz olsa olsa, ancak büyülenmiş bir adama
uyuyorsunuz." Bir bak; senin için nasıl örnekler verdiler de böylece
saptılar. Artık onlar hiçbir yol bulamazlar. (Furkan Suresi, 7-9)
Ayetlerde
de buyrulduğu gibi, öne sürdükleri örnekler, bu kişilerin doğru yoldan
sapmalarına neden olmaktadır. Benzer ahlaka ve mantık örgüsüne sahip olan
kişiler, Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde de aynı bahanelerle
peygambere uymaktan ve ona destek olmaktan kaçınacak olabilirler. Bu kişilerin,
söz konusu çarpık mantıkları öne sürerek yapacakları propagandalar, Hz. İsa
(as)'ın pek çok insan tarafından da tanınmasına engel olacak olabilir.
Hıristiyanlığın sapkın inanışlarını muhafaza etmek isteyen çevrelerin de
desteğiyle bu kişiler, Hz. İsa (as) geldiğinde insanları ona uymaktan
alıkoyabilmek için faaliyet yürütecek olabilirler. Çeşitli yalanlarla ve batıl
telkinlerle insanları Hz. İsa (as)'dan uzaklaştırmaya çalışabilirler. Kuran'da;
Dediler ki: "Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu
durumda gerçekten biz bir sapıklık (dalalet) ve çılgınlık içinde kalmış
oluruz." (Kamer Suresi, 24)
"Eğer sizin benzeriniz olan bir beşere boyun eğecek
olursanız, andolsun, siz gerçekten hüsrana uğrayanlar olursunuz." (Müminun Suresi, 34)
ayetlerinde bildirilen ifadelere benzer yalanlarla insanları
aldatmaya çalışabilirler. Ancak müminler, "Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir elçidir.
Ondan önce de elçiler gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek
yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz?..."(Maide
Suresi, 75) ayetinde haber verildiği gibi, Hz. İsa (as)'ın yalnızca Allah'ın
bir elçisi olduğunu, ancak Allah Katında çok mübarek bir insan olduğunu
bilirler. Hz. İsa (as), Allah'ın takdir ettiği vakitte yeniden dünyaya
geldiğinde de bu bilinçle, Hz. İsa (as)'a gönülden bir sevgi ve saygıyla
bağlanır ve ona en güzel şekilde destek olurlar.
Hz.
İsa (as)'ın Öldüğü Yanılgısını Öne Sürenlerin Propagandaları, Hz. İsa (as)'ın
Tanınmamasına Neden Olacaktır
Hz.
İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne geleceği dönemde bazı insanların, Hz. İsa (as)'ın
öldüğü ve ikinci kez gelmeyeceği yanılgılarını sürekli gündemde tutmaları da,
Hz. İsa (as)'ın tanınmasını engelleyecek nedenlerden biri olabilir. Oysa
Kuran'da Hz. İsa (as)'ın ölmediği ve öldürülmediği açıkça bildirilmiştir.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde de Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne
geleceği pek çok detayıyla müjdelenmiştir. Ayrıca Kuran'da Hz. İsa (as)'ın
yeniden dünyaya geleceğine işaret eden birçok ayet bulunmaktadır.
Tüm
bu gerçeklere rağmen bazı kimseler, konu hakkında yeterince bilgi sahibi
olmadıklarından ya da bazı ön yargıları nedeniyle Hz. İsa (as)'ın öldüğü
yanılgısını öne sürmekte ve yeniden dünyaya gelmeyeceğini iddia etmektedirler.
Bu yanılgıya kapılmış olanların propagandaları, insanların büyük kısmını etkisi
altına alıp onların da aynı aldanışla hareket etmelerine neden olabilir. Bu
koşullar altında, Hz. İsa (as) ikinci kez yeryüzüne geldiğinde pek çok insan
Hz. İsa (as)'ı tanıyamayacak olabilir.
HZ. İSA (AS)YERYÜZÜNE İKİNCİ KEZ GELDİĞİNDE ONU DESTEKLEYENLERİN SAYISI
ÇOK AZ OLACAKTIR
Hz.
İsa (as) İlk Geldiği Zamanlarda Çok Az Sayıda Kişi Tarafından Tanınabilecektir
Bu
bölümün başından bu yana sayılan yanlış kanaatler, olumsuz faaliyetler ve
propaganda yöntemleri sonucunda, yeryüzüne döndüğü ilk yıllarda Hz. İsa (as)'ı
tanıyabilecek insanların sayısı çok az olacaktır. Büyük İslam alimi Bediüzzaman
Said Nursi ahir zamanda gerçekleşecek olan bu durumu sözlerinde şöyle haber
vermiştir:
Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî Îsâ
olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı (derin imanlı yakın
talebeleri), nur-u iman (imanın ışığı) ile onu tanır.
Yoksa bedahet derecesinde (birdenbire ve açıkça) herkes onu tanımayacaktır.23
Yoksa bedahet derecesinde (birdenbire ve açıkça) herkes onu tanımayacaktır.23
Bediüzzaman
bir başka sözünde ise Hz. İsa (as)'ın toplumun büyük kesimi tarafından
tanınamayacağını şöyle açıklamıştır:
"Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselam'ın nüzulü (inişi) dahi ve
kendisi İsa Aleyhisselam olduğu, nur-u imanın (iman ışığının) dikkatiyle
bilinir; herkes bilemez." 24
Bediüzzaman'ın
bu sözüne göre, Hz. İsa (as) yeryüzüne ilk geldiği zaman, kendisi de Hz. İsa
(as) olduğunu bilmeyecek, ancak daha sonra farkına varacaktır. Talebeleri de
onu ancak imanın nuru ile tanıyabileceklerdir. Ancak toplumun geneli açıkça
onun Hz. İsa (as) olduğunu bilmeyecektir. Hatta tam tersine, insanların büyük
çoğunluğu deccalin toplum üzerinde uygulayacağı çeşitli telkin ve propaganda
yöntemleri sonucunda, ona karşı olacak ve onu etkisiz hale getirebilmek için
mücadele vereceklerdir.
Hz.
İsa (as)'ın Cemaatinin Sayısı Çok Az Olacaktır
Kuran'da,
Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ilk gelişinde kendisine tabi olanların sayısının
oldukça az olduğuna işaret edilmiştir. Rivayetlerde de haber verildiğine göre,
Hz. İsa (as)'a yalnızca az sayıdaki havarileri iman etmiş ve halktan da bu
mübarek peygambere destek veren kimse olmamıştır. Bu durum Kuran'da şöyle haber
verilmiştir:
Ey iman edenler, Allah'ın yardımcıları olun: Meryem oğlu İsa'nın
havarilere: "Allah'a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir?"
demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki: "Allah'ın yardımcıları
bizleriz." Böylece İsrailoğulları'ndan bir topluluk iman etmiş, bir
topluluk da inkar etmişti. Sonunda Biz iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik,
onlar da üstün geldiler. (Saff Suresi, 14)
Yeryüzüne
ikinci kez gelişinde de, ilk zamanlarda Hz. İsa (as)'a inanıp, onu
destekleyenlerin sayısı yine çok az olacaktır. Bediüzzaman, Hz. İsa (as)'ın
ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez gelişinde yaşanacak bu durumu şöyle haber
vermiştir:
... "Deccalin fevkalâde büyük ve minareden daha yüksek bir
azamet-i heykelde ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm ona nisbeten çok
küçük bulunduğunu"
gösterir. Bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: İsa Aleyhisselâm'ı nur-u îman
(imanın ışığı) ile tanıyan ve tâbi' olan cemaat-ı ruhaniye-i mücahidînin
(ruhani mücahidler cemaatinin) kemmiyeti (sayısı), deccalın mektebce ve askerce
ilmî ve maddî ordularına nisbeten çok
az ve küçük olmasına
işaret ve kinayedir (maksadındadır).25
Bir
başka sözünde ise Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde işaret
edilen bu durumu şöyle açıklamıştır:
Hazret-i İsa
(A.S.) deccal ile mücadelesi zamanında, on arşın yukarıya atlayıp sonra kılıncı
onun dizine yetiştirebilir derecesinde, vücudca o derece deccalin heykeli
Hazret-i İsa'dan büyüktür, diye meâlinde rivayet var. Demek deccal, Hazret-i
İsa Aleyhisselâm'dan on, belki yirmi misli yüksek kametli (boylu) olmak lâzm
gelir...
Birinci Cihet: Din-i İsevî'nin hakikîsini (Hıristiyanlığın gerçeğini) esas tutan İsevî ruhanîlerin cemaati ve onlara karş dinsizliği tervice (kabul ettirip geçerli kılmaya) başlayan cemaat tecessüm etseler (maddeleşip cisim haline gelseler), bir minare yüksekliğinde bir insann yannda bir çocuk kadar da olamaz.26
Birinci Cihet: Din-i İsevî'nin hakikîsini (Hıristiyanlığın gerçeğini) esas tutan İsevî ruhanîlerin cemaati ve onlara karş dinsizliği tervice (kabul ettirip geçerli kılmaya) başlayan cemaat tecessüm etseler (maddeleşip cisim haline gelseler), bir minare yüksekliğinde bir insann yannda bir çocuk kadar da olamaz.26
Bediüzzaman,
bu sözlerinde deccalin elinde bulunduracağı maddi ve manevi güç gibi,
çevresindeki insanların sayısının da çok fazla olacağını, Hz. İsa (as)'ın
cemaatinin ise deccalinkine kıyasla çok az sayıda kişiden oluşacağını
belirtmiştir. Hz. İsa (as)'ın toplumun büyük bir kesimi tarafından
tanınamamasında, deccalin elinde bulundurduğu bu geniş kitle ve imkanlarla yürüteceği
olumsuz propagandanın büyük etkisi olacaktır. (Doğrusunu Allah bilir).
HZ. MEHDİ (AS) ORTAYA
ÇIKTIĞINDA NEDEN TANINMAYACAKTIR?
Sevgili
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), müminleri Hz. Mehdi (as)'ın gelişiyle
müjdelemiş ve bu mübarek şahıs ortaya çıktığında tüm Müslümanların kendisine
katılması gerektiğini bildirmiştir:
Ey insanlar, muhakkak Allah-u Teala size zalimleri, münafıkları
ve onlara uyanları menetmiş ve size ümmet-i Muhammed'in en hayırlısı olan ve
Mekke'de bulunan ismi Ahmet, babasının ismi Abdullah olan Hz. Mehdi (as)'ı reis
kılmıştır, ona katılınız.27
Ancak
buna rağmen insanların büyük çoğunluğu bu kutlu şahsı ilk ortaya çıkışında
tanıyamayacaktır. Hatta kimileri de tam tersi bir düşünceye kapılacak, ona
destek olmaktan kaçınacak, ondan uzak duracak ve ona karşı olumsuz bir faaliyet
içerisine gireceklerdir.
Tüm
Müslümanların asırlardır büyük bir heyecanla bekledikleri bu mübarek insanın
tanınmamasının ise pek çok sebebi olacaktır. Peygamberimiz (sav)'in hadisleri
ve İslam alimlerinin açıklamaları doğrultusunda bu sebeplerden bazılarını şöyle
sıralayabiliriz:
Hz.
Mehdi (as)'ın Haksızlığa ve İftiraya Uğraması Tanınmasını Engelleyecektir
Kuran'da,
Allah'ın elçilerinin ve onlar gibi, insanları din ahlakına uymaya davet eden
salih kişilerin menfaatperestlik, delilik, kendini beğenmişlik, büyücülük gibi
türlü iftiralarla itham edildikleri haber verilmektedir. Ancak salih
Müslümanlar kendilerine yöneltilen iftiraları her zaman örnek bir sabır ve
tevekkülle karşılamış, inkarcıların tüm baskılarına rağmen Allah'ın emrettiği
ahlakı yaşamaya ve insanları doğru yola davet etmeye devam etmişlerdir. Kuran
ayetlerinde elçilerin karşılaştıkları bu durumu anlatan örneklerden bazıları
şöyledir:
Yazıklar olsun kullara; ki onlara bir elçi gelmeye görsün,
mutlaka onunla alay ederlerdi. (Yasin Suresi, 30)
Onlar için öğüt alıp-düşünmek nerede? Onlara, açıklayan bir elçi
gelmişti. Sonra, ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: "(Bu,)
Öğretilmiştir, bir delidir." (Duhan Suresi, 13-14)
İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlaka:
"Büyücü ve cinlenmiş" demişlerdir.
Onlar bunu (tarih boyunca) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır; onlar,
'azgın ve taşkın (tağiy)' bir kavimdirler. (Zariyat Suresi, 52-53)
Hani Musa, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, gerçekten benim
sizin için Allah'tan
gönderilmiş bir elçi olduğumu bildiğiniz halde, niçin bana eziyet
ediyorsunuz?" İşte onlar
eğrilip-sapınca Allah da onların kalplerini eğriltip saptırmış oldu. Allah,
fasık bir kavmi hidayete erdirmez. (Saff Suresi, 5)
Ayetlerde
bildirildiği gibi, insanların bir kısmı açık deliller ve mucizeler görmelerine
rağmen, kendilerini Allah'a iman etmeye davet eden elçilerden yüz çevirmiş ve
onlara karşı cephe almışlardır. Kuran'da geçmiş toplumların karşı karşıya
kaldıkları bu durumun Allah'ın bir adetullahı olduğu belirtilmiş; tüm
Müslümanların benzeri zorluklarla denenebilecekleri, çeşitli iftiralara
uğrayabilecekleri, Kuran ahlakından uzaklaşmaları için manevi baskı
görebilecekleri haber verilmiştir. Allah bu gerçeği, "Yoksa
sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız?…" (Bakara Suresi, 214) ayetiyle bizlere
bildirmiştir. Bir başka Kuran ayetinde ise müminlerin inkar edenlerden çeşitli
baskılar görecekleri şöyle açıklanmaktadır:
Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve
sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette
çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu)
emirlere olan azimdendir. (Al-i İmran Suresi, 186)
Ve
yine Kuran'da bildirilen adetullah gereği, müminlerin aleyhine kurulan her
tuzak en başından bozulmuş, atılan her iftira da boşa çıkmış olarak
yaratılmıştır. Allah Kuran'da, inkar edenlerin bu girişimlerinin daima müminlerin
lehinde sonuçlanacağını haber vermiştir. Ahirette ise Allah, elçilerine ve
salih kullarına haksız yere eziyet eden bu kimseler için aşağılatıcı bir azap
olduğunu bildirmiştir:
Gerçek şu ki, Allah'a ve elçisine eziyet edenler; Allah, onlara
dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için aşağılatıcı bir azap
hazırlanmıştır. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara irtikab etmedikleri (bir
suç) sebebiyle eziyet edenler ise, gerçekten bir iftira ve açık bir günah
yüklenmişlerdir. (Ahzab Suresi, 57-58)
İnkar
edenler ve müşrikler, elçilerin tebliğ ettikleri hak dinin yıllardır devam
ettirdikleri kendi yerleşik menfaat düzenlerine zarar vereceğini düşünerek,
salih müminlere karşı olmuşlardır. Bu, insanların Allah'a iman etmelerini
engelleyebilmek ve elçilerin tebliğlerini geçersiz kılabilmek amacıyla inkar
edenlerin yüzyıllardır uyguladıkları bir yöntemdir. Peygamber Efendimiz (sav)
de hadislerinde, kendisinden sonra gelecek tüm elçilerin ve evliyaların
Allah'ın gönderdiği dini tebliğ etmeleri ve yaymaları nedeniyle çeşitli zorluk
ve iftiralara maruz kalacaklarını haber vermiştir. Bir başka hadisinde ise
Peygamberimiz (sav), kendi soyundan gelen halkının kendisinden sonra pek çok
zorluk ve sıkıntıyla karşılaşacaklarını bildirmiştir:
... Biz öyle bir ev halkıyız ki; Allah bizim için ahireti
dünyaya tercih etmiştir. Benim Ehl-i Beytim (soyum) muhakkak benden sonra bela,
kaçırılma ve sürgüne uğrayacaktır. Benden sonra Ehl-i Beytim (soyum) bela ve
mihnetlerle (eziyet, sıkıntı) karşılaşacaklar ve darbe maruz kalacaklardır.28
Peygamberimiz
(sav)'in pek çok hadisinde belirtildiği gibi, Hz. Mehdi (as) de Peygamberimiz
(sav)'in ev halkından yani onun soyundan gelecek bir şahıs olacaktır. Bu
hadislerden biri şöyledir:
"Mehdi, bizden, Ehl-i Beyttendir." 29
Hadislerde
Hz. Mehdi (as)'ın, diğer evliya ve enbiyalar gibi, türlü haksızlıklara ve ağır
suçlamalara maruz kalacağı ayrıca şöyle bildirilmektedir:
... (Mehdi) İki rekat namaz kılar. Namazdan dönünce şöyle der:
"Ey insanlar! Ümmet-i Muhammed ve bilhassa onun Ehl-i Beyti çok belalar
gördü ve bizler
kahr (azap) ve haksızlığa maruz kaldık (uğradık)."
30
Başka
bir rivayette ise, Hz. Mehdi (as)'a, ahir zamanda ona ve Hz. İsa (as)'a karşı
büyük bir mücadele verecek olan deccalin destekçileri tarafından baskı
uygulanacağı haber verilmiştir. Hadisin işaret ettiğine göre, Hz. Mehdi (as)'ın
ve Hz. İsa (as)'ın fikri mücadelesine karşılık deccal ve destekçileri bu
mübarek şahısları engellemek, tutuklamak, topraklarından sürmek ya da öldürmek
amacıyla çeşitli tuzaklar kuracaklardır.
Peygamberimiz
(sav)'in tüm bu hadislerinden, Hz. Mehdi (as) ve cemaatinin yoğun bir karalama
ve iftira kampanyası ile mücadele etmek zorunda kalacaklarına işaret edildiği
anlaşılmaktadır. Dönem ahir zaman olduğu için, insanların büyük kısmında hakim
olan derin şüphecilik, güvensizlik, sabırsızlık ve sadakatsizlik, çoğu kimsenin
bu iftiralara kulak vermelerine, samimi Müslümanlara ise itimat etmemelerine
neden olacaktır.
Bediüzzaman Said Nursi, bu dönemi bir sözünde şöyle tarif etmektedir:
Bediüzzaman Said Nursi, bu dönemi bir sözünde şöyle tarif etmektedir:
... Hem yirmi seneden beri tahribkarane (yıkıcı şekilde) çok
dehşetli zulüm altında o derece ahlak bozulmuş ve sabır ve sadakat kaybolmuş
ki, ondan belki de yirmiden birisine itimad edilmez (güvenilmez)… (Kastamonu
Lahikası, sf. 86)
Büyük
İslam alimi Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, ahir zamandaki ahlaki bozulma
nedeniyle insanlar Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'a şüpheyle yaklaşacaklar,
onların Allah'ın dinini yaymak amacıyla yaptıkları faaliyetlerinin değerini
anlamayacak, hatta bu kıymetli insanların hizmetlerini engellemeye
çalışacaklardır. Bediüzzaman'a göre, bu nedenle tüm İslam dünyasının heyecanla
beklediği Büyük Müceddid (her yüzyıl başında gönderilen büyük İslam alimi) uzun
yıllar boyunca insanlar arasında Mehdi (as) sıfatıyla tanınmayacaktır. Tam
aksine toplumun önemli bir kesimi onu –tarihteki tüm Müslümanlara karşı olduğu
gibi- dinlerini dejenere etmekle, sapkınlıkla, yalancılıkla ve daha birçok
asılsız iftiralarla suçlayacaklardır. Ancak, hadislerde işaret edildiği üzere,
Hz. Mehdi (as) tüm bu karalama ve iftiralara çok üstün bir sabır ve tevekkülle
karşılık verecek, din ahlakını yaşamada ve tebliğ etmekteki kararlılığından
taviz vermeyecektir.
Peygamberimiz
(sav), Hz. Mehdi (as)'ın göstereceği bu üstün ahlakı hadislerinde şöyle
belirtmiştir:
İnsanlar, hakka dönünceye kadar mücadelesine devam edecektir.31
Fitneleri önlemenin kendisine zor gelmeyeceği ve öldürmenin de
onu vazgeçiremeyeceği Ehli Beytime mensup birisi sahip olmadan günler ve
geceler bitmeyecektir. 32
Peygamber
Efendimiz (sav) diğer bir hadisinde tüm bu baskı ve saldırıların Hz. Mehdi
(as)'ı daha da güçlendireceğine işaret etmiştir:
Mümin şahıs (Mehdi) deccali görünce: "Ey insanlar!
Resulullah'ın zikrettiği deccal işte budur" der. Deccal hemen onunla
ilgili emrini verir de o zat karnı üzerine uzatılır ve arkasından: "Onu
alın da yaralayın" der. Artık o zatın sırtı ve karnı döve döve
genişletilir. Bu sefer onu iki eli ve iki ayağı ile yakalar da fırlatır atar.
İnsanlar deccalin onu bir ateş içine attığını sanırlar. Halbuki o bir cennet
içine atılmıştır.33
Hadiste
mecazi anlamda kullanılan, Hz. Mehdi (as)'ın "sırtı ve karnından dövüle
dövüle genişletilmesi" ifadesi,
aleyhinde kurulan tüm tuzakların Hz. Mehdi (as)'ı daha da güçlendireceğine,
tebliğinin etkisini daha da artıracağına işaret ediyor olabilir. (En doğrusunu
Allah bilir).
Hadiste
ayrıca, deccal ve taraftarlarının yapacakları her türlü sözlü ya da yazılı
saldırının, halkın nazarında sözde Müslümanların itibarlarını zedelemek için
ortaya atacakları her iftira ve karalamanın, Hz. Mehdi (as) cemaatinin hayrına
olacağına da işaret edilmektedir. Hz. Mehdi (as) aleyhinde yürütülecek olan tüm
bu faaliyetler, salih müminlerin dünya çapında daha iyi tanınmalarına, mümin
vasıflarının daha fazla ortaya çıkmasına, Allah'a olan imanlarında
derinleşmelerine ve Allah'ın izniyle cennette derecelerinin artmasına vesile
olabilir. (En doğrusunu Allah bilir).
Tarih
Boyunca Gönderilen Peygamberler de Çeşitli İftiralarla İtham Edilmişlerdir
Tarih
boyunca, yeryüzünde ahlaksızlığı ve bozgunculuğu yaygınlaştırmak isteyen
insanlar, kendilerini doğru yola çağıran salih müminlere karşı iftira yöntemini
kullanmışlardır. Bu yöntem Hz. Nuh (as)'tan Hz. Süleyman'a, Hz. Musa (as)'dan
Hz. Muhammed (sav)'e, Allah'ın tüm elçilerine ve yanlarındaki salih müminlere
karşı kullanılmıştır. Ancak Allah'ın izniyle hiçbir zaman amacına ulaşamamış;
atılan iftiralar bu kıymetli insanlara zarar verememiştir. Allah daima salih
kullarını bu ithamlardan temize çıkarmıştır. Kuran'da bu konuda verilen
örneklerden biri Hz. Musa (as)'dır:
Ey iman edenler, Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın; ki sonunda Allah onu,
demekte olduklarından temize çıkardı. O, Allah
Katında vecihti. Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve sözü doğru söyleyin. (Ahzab Suresi, 69-70)
Tarih
boyunca gönderilmiş olan tüm elçi ve peygamberlerin aynı durumla karşılaşmış
olmaları, Hz. Mehdi (as)'a yöneltilen iftiraların, sözlü ya da fiili
saldırıların da ahir zamana yönelik çok önemli birer alamet olduğunu
göstermektedir.
Ancak geçmişte Müslümanlara atılan iftiralar nasıl sonuçsuz kaldıysa, ahir zamanda da Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın Kuran ahlakını tüm insanlar arasında yerleşik kılmalarını engellemek isteyenlerin iftiraları da -Allah'ın izniyle- aynı şekilde sonuçsuz kalacaktır. Allah bir ayetinde müminlere karşı düzen kuran kimselerin içine düştükleri durumu şöyle bildirmektedir:
Ancak geçmişte Müslümanlara atılan iftiralar nasıl sonuçsuz kaldıysa, ahir zamanda da Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın Kuran ahlakını tüm insanlar arasında yerleşik kılmalarını engellemek isteyenlerin iftiraları da -Allah'ın izniyle- aynı şekilde sonuçsuz kalacaktır. Allah bir ayetinde müminlere karşı düzen kuran kimselerin içine düştükleri durumu şöyle bildirmektedir:
Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli düzenler
kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni
ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (Enam Suresi, 123)
Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde de, Hz. Mehdi (as) ve cemaatine yönelik saldırı ve
iftiraların etkisiz kalacağına ve tüm bunların bu mübarek topluluğun şevkini,
heyecanını ve Allah'ın dinine olan bağlılığını daha da artıracağına yönelik
işaretler yer almaktadır. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde bu kutlu
cemaatin bu özelliğini şu şekilde tarif etmektedir:
Sizden sonra onlarla mücadele etmek için Müslümanların en
hayırlıları (Mehdi cemaati) çıkar ki, onlar Allah yolunda hiçbir kınayanın
kınamasından, dedikodusundan korkmayan İslam ahalisidir...34
Tüm
bu bilgiler, salih müminlerin ne kendilerine ne de diğer inananlara atılan
iftiralar karşısında tedirginliğe kapılmamaları ve Müslümanların kardeşlerine
şüpheyle bakmamaları gerektiğini göstermektedir. Müminin yapması gereken,
yaşadığı her olayı, inkarcıların sözlü ve fiili saldırılarını hep Kuran'da
bildirilen bakış açısına göre değerlendirmektir. Geçmişte Allah'ın elçileri ve
yanındakiler maruz kaldıkları iftiralara nasıl güzel bir sabır ve itidalli bir
tutumla karşılık verdilerse, günümüzde de tüm müminler aynı tevekküllü tavrı
göstermelidirler. Bu şekilde Kuran ayetleri doğrultusunda düşünmeleri, Allah'ın
izniyle, insanların Hz. Mehdi (as)'ı tanımalarının önündeki engellerin de
kalkmasına vesile olacaktır.
Büyücülük İftirası
Andolsun, Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille
gönderdik; Firavun'a, Haman'a ve Karun'a. Ama onlar: "(Bu,) Yalan
söyleyen bir büyücüdür" dediler. (Mümin Suresi, 23-24)
İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlaka:
"Büyücü ve cinlenmiş" demişlerdir.
Onlar bunu (tarih boyunca) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır; onlar,
'azgın ve taşkın (tağiy)' bir kavimdirler. (Zariyat Suresi, 52-53)
İçlerinden bir adama: "İnsanları uyar ve iman edenlere,
muhakkak kendileri için Rableri Katında 'gerçek bir makam' olduğunu müjde
ver" diye vahyetmemiz, insanlara şaşırtıcı mı geldi? İnkar edenler:
"Gerçekten bu, açıkça bir büyücüdür"
dediler. (Yunus Suresi, 2)
Biz onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli
konuşmalarında da o zalimlerin: "Siz büyülenmiş
bir adamdanbaşkasına uymuyorsunuz"
dediklerini çok iyi biliriz. (İsra Suresi, 47)
Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin. Sen
yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü
isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim." (Şuara Suresi, 153-154)
… Zulmedenler dedi ki: "Siz olsa olsa, ancak büyülenmiş
bir adama uyuyorsunuz." (Furkan Suresi, 8)
Yalancılık
İftirası
Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka
ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana
yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben
onu yalancılardan
(biri) sanıyorum." (Kasas Suresi, 38)
İçlerinden kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar.
Kafirler dedi ki: "Bu, yalan
söyleyen bir büyücüdür. İlahları bir tek ilah mı
yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey." (Sad Suresi, 4-5)
Semud (kavmi) de uyarıları yalanladı. Dediler ki: "Bizden
biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık
(dalalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz. Zikr (vahy) içimizden ona mı
bırakıldı? Hayır, o çok yalan
söyleyen, kendini beğenmiş bir
şımarıktır." Onlar yarın, kimin çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir
şımarık olduğunu bilip-öğreneceklerdir. (Kamer Suresi, 23-26)
Kavminin
önde gelenlerinden inkar edenler dediler ki: "Gerçekte biz seni 'akli bir
yetersizlik' içinde görüyoruz ve doğrusu biz
senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz." (Hud:) "Ey kavmim"
dedi. "Bende 'akıl yetersizliği' yoktur; ama ben gerçekten alemlerin
Rabbinden bir elçiyim" dedi. "Size Rabbimin risaletini tebliğ
ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm." (Araf
Suresi, 66-68)
Delilik
İftirası
Ya da kendi elçilerini tanımadılar mı ki, şimdi onu inkar
ediyorlar? Yahut: "Onda
bir delilik var" mı diyorlar? Hayır, o,
onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar. (Müminun Suresi, 69-70)
Onlar: "Ey kendisine kitap indirilen (Muhammed). Gerçekten sen
cinlenmiş (bir deli)sin,"
dediler. (Hicr Suresi, 6)
O inkar edenler, zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman, seni
neredeyse gözleriyle devireceklerdi. "O, gerçekten
bir delidir" diyorlar. (Kalem Suresi, 51)
Sonra, ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: "(Bu,)
Öğretilmiş ,bir delidir." (Duhan Suresi, 14)
Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler dediler ki:
"Gerçekte biz seni 'akli bir
yetersizlik' içinde görüyoruz ve doğrusu biz
senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz." (Araf Suresi, 66)
"O, kendisinde delilik bulunan bir
adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin."
"Rabbim" dedi (Nuh), "Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım
et." (Müminun Suresi, 25-26)
Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz
(Nuh)u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O 'baskı altına
alınıp engellenmişti.' (Kamer Suresi, 9)
(Firavun) Dedi ki: "Şüphesiz size gönderilmiş bulunan
elçiniz, gerçekten bir delidir." (Şuara Suresi, 27)
Fakat o, 'bütün kişisel ve askeri gücüyle' yüz çevirdi ve:
"(Bu,) Ya bir
büyücü veya bir delidir"
dedi. Bunun üzerine, Biz onu ve ordularını yakalayıp denize attık; (ki o,)
'kınanacak işler yapıyordu.' (Zariyat Suresi, 39-40)
Sapkınlık
İftirası
Dediler ki: "Bunlar herhalde iki sihirbazdır, sizi
sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu
(dininizi) yok etmek istemektedirler. Bundan
ötürü, tuzaklarınızı biraraya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün
üstünlük sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur." (Taha Suresi, 63-64)
Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de o
(gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi
değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum." (Mümin Suresi, 26)
Kavminin önde gelenleri: "Gerçekte biz seni açıkça bir 'şaşırmışlık
ve sapmışlık' içinde görüyoruz" dediler. (Araf Suresi, 60)
Doğrusu, 'suç ve günah işleyenler,' kimi iman edenlere
gülüp-geçerlerdi. Yanlarına vardıkları zaman, birbirlerine kaş-göz ederlerdi.
Kendi yakınlarına döndükleri zaman neşeyle dönerlerdi. Onları gördükleri
zaman ise: "Bunlar elbette şaşkın-sapıklardır"
derlerdi. (Mutaffifin Suresi, 29-32)
İnkarcıların
Alay ve Kin Dolu Sözleri
Kavminden, ileri gelen inkarcılar: "Biz seni yalnızca bizim
gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en
aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir
üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz" dedi. (Hud Suresi, 27)
Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: "Ey kavmim,
Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de
görmeyecek misiniz?" "Yoksa ben, şundan daha hayırlı değil miyim ki
o, aşağı (sınıftan) bir zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamadan yoksun olan
(biri)dir." (Zuhruf Suresi, 51-52)
Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler.
Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdi. Sonunda Bizi öfkelendirince, Biz de
onlardan intikam aldık, böylece onları toplu olarak suda boğduk. Bu suretle
onları, sonradan gelecekler için bir selef ve bir örnek kıldık. (Zuhruf Suresi, 54-56)
Şımarıklık
ve Kendini Beğenmişlik İftirası
Semud (kavmi) de uyarıları yalanladı. Dediler ki: "Bizden
biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık
(dalalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz." "Zikr (vahy) içimizden
ona mı bırakıldı? Hayır, o çok yalan söyleyen,kendini beğenmiş bir şımarıktır."
Onlar yarın, kimin çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarık olduğunu
bilip-öğreneceklerdir. (Kamer Suresi, 23-26)
Menfaat
ve İktidar Peşinde Olduğu İftirası
Onlar: "Siz ikiniz (Hz. Musa ve Hz. Harun), bizi
atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde
büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz?
Biz, sizin ikinize inanacak değiliz" dediler. (Yunus Suresi, 78)
... Bu sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size
karşı üstünlük elde etmek istiyor... (Müminun Suresi, 24)
Halkın
Güvenliğini ve Huzurunu Tehdit Ettiği İftirası
(Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere: "Bu" dedi,
"Doğrusu bilgin bir büyücüdür. Büyüsüyle
sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne
buyurursunuz?" (Şuara Suresi, 34-35)
Firavun: "Ben size izin vermeden önce ona iman ettiniz,
öyle mi? Mutlaka bu, halkı
burdan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde
planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı)
bileceksiniz." (Araf Suresi, 123)
Hz.
Yusuf (as)'a Atılan İftira
Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte
Biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan
murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin
içindir, gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü o
benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa
ermez." Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan)
kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi- o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle
Biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o,
muhlis kullarımızdandı. Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini
arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar.
Kadın dedi ki: "Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya
acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?" (Yusuf Suresi, 22-25)
Kadın dedi ki: "Beni kendisiyle kınadığınız işte budur. Andolsun
onun nefsinden ben murad istedim, o ise (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o
kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve elbette
küçük düşürülenlerden olacak." (Yusuf Suresi, 32)
Hz.
Meryem'e Atılan İftira
Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu
tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde
çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer
kılığında görünmüştü. Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman (olan
Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)." Demişti ki:
"Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek
çocuk armağan etmek için (buradayım)." O: "Benim nasıl bir erkek
çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir
kadın) değilken" dedi. "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki:
-Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak
için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti. (Meryem Suresi, 16-21)
Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey
Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın." "Ey Harun'un kız
kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir
kadın) değildi." (Meryem Suresi, 27-28)
Yukarıdaki
ayetlerde haber verilen bu iftiraların hepsi ve daha da fazlası, hadislerde ve
İslam alimlerinin sözlerinde haber verildiğine göre, Hz. Mehdi (as) için de
ortaya atılacaktır. Delilik, yalancılık, sapkınlık, menfaatperestlik, insanları
doğru yoldan uzaklaştırmak gibi iftiralarla itham edilmesi nedeniyle bu mübarek
insana karşı halkta olumsuz bir kanaat oluşacak olabilir. Hadislerde bu korku,
tedirginlik ve şüphe nedeniyle de insanların Hz. Mehdi (as)'dan uzak
duracaklarına işaret edilmektedir.
Bediüzzaman Said Nursi'ye Karşı da Aynı
İftira Yöntemleri Kullanılmıştır
Allah'ın
dinine olan bağlılığı ve Allah yolundaki kararlılığı, samimiyeti, ihlası ile
bilinen her Müslüman, inkar edenlerin fiili ve sözlü saldırılarına uğramıştır.
Çok yakın bir geçmişte bazı inkarcı çevrelerin zulmü ile karşılaşmış ve
vefatına kadar yaşadığı zulüm ve sıkıntılara sabırla tevekkül etmiş olan 13.
yüzyılın müceddidi Bediüzzaman Said Nursi, bu konudaki önemli örneklerden
biridir. İnsanları Allah'ın varlığını ve sonsuz kudretini takdir etmeye,
kainattaki yaratılış delilleri üzerinde düşünmeye ve Kuran ahlakını yaşamaya
davet eden Bediüzzaman, tarih boyunca gönderilmiş tüm elçiler gibi, din
ahlakına karşı olan bazı kişilerin iftiralarına maruz kalmıştır. 13. asrın
büyük müceddidi olduğu halde, yaşadığı toplumda bir müceddid olarak da
tanınmamıştır. Hatta dönemin bir kısım alimleri kendisinin ne kadar üstün ve
mübarek bir şahıs olduğunu fark edemeyerek ona muhalefet etmiş ve kendisini
çeşitli iftiralarla itham etmişlerdir.
Bediüzzaman
bu nedenlerle hayatının çok büyük bir kısmını hapishanelerde veya sürgünde
geçirmiştir. Yaşadığı dönem boyunca bu kıymetli insanın değeri tam olarak
anlaşılmamış, hikmetli eserlerini ortadan kaldırmak isteyen bazı çevreler tüm
güçleriyle ona saldırmışlardır. Bu değerli insanın görüşlerinden ve
tefekkürlerinden faydalanmak yerine onu susturmayı kendilerine hedef
edinmişlerdir.
Bediüzzaman
Said Nursi, 20. yüzyılda yetişmiş en büyük İslam alimlerinden biridir. 87 yıl
süren hayatı boyunca İslam ahlakını insanlara anlatmış, materyalist felsefeye,
din ve mukaddesat karşıtlarına karşı büyük bir fikri mücadele vermiştir. 6000
sayfalık dev eseri Risale-i Nur, hem
çok derin bir Kuran tefsiri, hem de materyalist felsefeyi çürüten ve iman
hakikatlerini çok hikmetli bir şekilde ortaya koyan muazzam bir yapıttır.
Bediüzzaman Said Nursi, ahiret, ölüm, kader, iman, nefsin kötülükleri gibi
birçok konuyu eserlerinde çok hikmetli örneklerle, derin ve etkileyici bir
üslupla anlatmıştır. Onun samimi ve hikmetli üslubu binlerce insanın Allah'a
iman etmesine ve imanda daha da derinleşmesine vesile olmuştur.
İnsanları
Kuran ahlakına, hak dine davet etmek için verdiği bu fikri mücadelede
Bediüzzaman Said Nursi'nin karşısına çıkan en büyük engellerden biri ise,
materyalist felsefeyi ve din karşıtlığını hayat şekli olarak gören bazı
çevreler olmuştur. Bu çevreler, ''din ahlakından uzak bir toplum oluşturma''
hedeflerini gerçekleştirmek için büyük çaba sarf etmişlerdir. Bediüzzaman Said
Nursi de bu gibi asılsız felsefeleri çürüten, dinin akıl ve ilimle
çatışmadığını, tam tersine aynı noktada birleştiğini ortaya koyan ve toplumda
büyük bir manevi uyanış başlatan bir İslam alimidir. Bediüzzaman kendi fikri
mücadelesini ve bu mücadelenin en önemli amaçlarından birini şu sözlerle tarif
etmektedir:
... Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsi çiçeklere zemin
hazır etmek lazım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nurani zatlara zemin
izhar ediyoruz (hazırlıyoruz).35
O ileride gelecek acib şahsın bir hizmetkarı ve ona yer hazır
edecek bir dümdarı (ordunun arkasındaki kuvvet) ve o büyük kumandanın pişdar
(önde giden, öncü) bir neferi olduğumu zannediyorum.36
Bediüzzaman'ın
sözlerinde de açıkça ifade ettiği gibi o kendisini, ahir zamanın mübarek
şahıslarına yani Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'a manevi olarak zemin
hazırlayan bir er olarak tarif etmektedir. Yaşadığı dönemde kendisini
engellemek için atılan iftiralar, hakkında ileri sürülen yalanlar
Bediüzzaman'ın fikri mücadelesinin büyüklüğünün ve öneminin, hiç şüphesiz, en
önemli göstergelerindendir. Bu iftiraların kimi zaman günümüzde dahi gündeme
getirilmesi, yapılan çalışmaların etkisinin büyüklüğünü gösterir.
Bediüzzaman'ın
Allah'ın varlığını, milli ve manevi değerlerin önemini anlatan çalışmalarından
rahatsız olan çevreler, ellerinde bulunan bazı basın organlarını da kullanarak,
Bediüzzaman'a karşı en olmadık iftiraları atmışlardır. Örneğin bir gazetede
Bediüzzaman'a "bazı safdilleri
kandırarak kendilerinden para çekmek" 37 şeklinde iftira edilmiştir. Aynı
gazetede farklı tarihlerde ise, "Said-i Nursi mühimsenecek
bir kimse değildir. Maddi ve manevi menfaatler sağlamak amacında olan bir
kimsedir'' diye
yalan haberler yayınlanmıştır.
Dünyadan
hiçbir beklentisi olmayan, hiçbir malı mülkü bulunmayan, kendi deyimiyle ''kendisini
beğenmemeyi kendisine meslek edinen''38 ve son derece mütevazı bir hayat
yaşayan Bediüzzaman'a "talebelerinden para sızdırmak", "liderlik
hırsını tatmin etmek" gibi haksız ve gerçeklerle hiçbir şekilde
bağdaşmayan, asılsız iftiralar atılmıştır. Bu çirkin iftiraların amacı, bazı çevrelerin
bu yolla Bediüzzaman'ı kendilerince "etkisiz, güvenilmez ve sözü
dinlenmez" duruma getirebilmek olmuştur.
Bu
iftiralar, geçmişte peygamberlere atılan iftiraların benzerleridir.
Peygamberler de kavimleri tarafından, dini kullanarak menfaat elde etme
iftirasıyla itham edilmişlerdir. Bediüzzaman bu iftiraların sonucunda hapis
cezası almış ve Eskişehir hapishanesine gönderilmiştir. Eskişehir
hapishanesinden tahliye olan Bediüzzaman, Kastamonu'da karakol karşısında bir
evde oda hapsine alınmıştır. 8 sene sonra gelen Denizli Mahkemesi, kendisine 20
ay hapis cezası vermiş, daha sonra Bediüzzaman Emirdağ'a ''mecburi ikamet''e
yollanmıştır.
Bütün
bu olaylar sırasında sayısız işkence ve eziyete maruz kalmış, defalarca
zehirlenmiştir. İlerleyen yıllarda da, son derece yaşlı ve hasta olmasına
rağmen özellikle soğuk, nemli ve havasız hücrelerde tutulmuştur. Ancak,
kendisine yapılan tüm bu eziyetlere sabır ve tevekkülle karşılık vermiş,
imanının ve Allah'a olan bağlılığının ne kadar güçlü olduğuna tüm insanlar şahit
olmuşlardır.
Bediüzzaman
Said Nursi, Kuran ayetlerinde verilen örneklerde olduğu gibi
"delilik" iftirası ile de karşılaşmıştır. 1908 yılında, yine suni
olarak oluşturulan sebeplerle, mahkemeye sevk edilmiş ve mahkemenin
görevlendirdiği doktor heyeti kendisine ''akli dengesi bozuk'' raporu
vermiştir. Daha sonra sevk edildiği akıl hastanesindeki doktor, Bediüzzaman'ın
kendisiyle konuşması sonucunda ''Bu adamda delilik varsa,
dünyada akıllı yoktur''39diyerek,
raporun asılsızlığını vurgulamıştır. Bediüzzaman bundan sonra da söz konusu
çevrelere ait basın organlarında sık sık delilik suçlamasıyla gündeme
gelmiştir.
Bunun
gibi Bediüzzaman ve talebeleri için öne sürülen iftiralardan bir diğeri de,
"İnanç Sömürücüleri" başlıklı yazı dizisiyle dönemin gazetelerinden
birinde yer almıştır. Bu yazı dizisinde Bediüzzaman Said Nursi'nin talebeleri
hakkında da Kuran'daki inkarcıların ''büyülenmişler'' iftirası tekrarlanmış ve ''Bunlar
sadece ve sadece dini bir taassupla ona bağlanmışlar, gözleri kafaları başka
bir şeyi görmez, anlamaz olmuştu''40şeklinde
iftiralar yazılmıştır.
Büyük
İslam mütefekkiri Bediüzzaman ve talebelerine yöneltilen suçlamaların tamamı,
geçmişte yaşayan müminlere yöneltilen iftiraların aynısıdır. Kuran'da, geçmişte
yaşamış ve Allah'ın gönderdiği elçilere tabi olmuş müminlerin de "düşük
akıllılık", "sığ görüşlülük" gibi asılsız ve çirkin sözlerle
itham edildikleri haber verilmiştir:
Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de
iman edin" denildiğinde:"Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi
iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar
kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)
Kavminden, ileri gelen inkarcılar: "Biz seni yalnızca bizim
gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü
olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu
görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi
yalancılar sanıyoruz" dedi. (Hud Suresi, 27)
Oysa
Bediüzzaman ve yanındaki müminler, Allah'a olan güçlü imanları, akılları,
vicdanları ile Kuran ahlakıyla hareket eden aklı selim, samimi insanlardı. Ve
bu iftiraları atanlar da aslında bunun böyle olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Nitekim bu iftiraların hiçbiri Bediüzzaman'a ve yanındaki Müslümanlara bir
zarar verememiştir. Aksine, bu olaylar karşısında gösterdikleri sabır ve
tevekkül, Allah'ın izniyle tüm iman edenler gibi bu kimselerin de manevi
olgunluklarının ve Allah'a olan bağlılıklarının artmasına vesile olmuştur.
Bediüzzaman'a
karşı yapılan suçlamalardan bir başkası ise, kendine göre bir din anlayışını savunduğu
ve çevresindeki kişilere de sözde bu sapkın dini telkin ettiği yönündedir.
Bediüzzaman'ın Kuran'a ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine uymadığı,
kendine göre bir din anlayışı oluşturduğu şeklindeki provokasyonların amacı,
halkı ve konuyu ayrıntısıyla bilmeyen bazı dindar çevreleri kışkırtarak
Bediüzzaman'ı onlara yanlış tanıtmaya çalışmak olmuştur.
Ancak inkarcı kesimin bu iftirası da bir işe yaramamıştır. Çünkü
akıl ve vicdan sahibi Müslümanlar, Bediüzzaman'a karşı ortaya atılan bu
''sapkınlık'' iftirasının, Hz. Nuh (as) (as)'a ''...
gerçekte biz seni açıkça bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde görüyoruz.'' (Araf Suresi, 60) diyen inkarcıların
iftiralarının bir benzeri olduğunu açıkça görmüşlerdir.
Bediüzzaman
Said Nursi ise, Risale-i Nur'da,
kendisine yöneltilen iftiralar sonucunda aldığı hapis cezasını ve kendisine
çektirilen sıkıntıların güzel ve hayırlı yönlerini şöyle anlatmıştır:
Benim şahsımı çürütmek fikriyle, hiç kimsenin inanmayacağı
isnadlarda bulundular. Pek acib iftiraları işaaya (herkese duyurmaya)
çalıştılar. Fakat kimseyi inandıramadılar. Sonra pek adi bahanelerle,
zemheririn (kışın en soğuk zamanı) en şiddetli soğuk günlerinde beni tevkif
ederek (tutuklayarak), büyük ve gayet soğuk ve iki gün sobasız bir koğuşta
tecrid-i mutlak (hücre hapsi) içinde hapsettiler. Ben küçük odamda günde kaç
defa soba yakar ve daima mangalımda ateş varken, zaafiyet ve hastalığımdan zor
dayanabilirdim. Şimdi, bu vaziyette hem soğuktan bir sıtma, hem dehşetli bir
sıkıntı ve hiddet içinde çırpınırken, bir inayet-i İlahiye ile bir hakikat
kalbimde inkişaf (meydana çıkma) etti. Manen: "Sen hapse Medrese-i
Yusufiye namı vermişsin; hem Denizli'de sıkıntınızdan bin derece ziyade hem
ferah, hem manevi kar, hem oradaki mahpusların Nurlardan istifadeleri, hem
büyük dairelerde Nurların fütuhatı (zaferleri) gibi neticeler, size şekva
(şikayet) yerinde binler şükrettirdi, her bir saat hapsinizi ve sıkıntınızı, on
saat ibadet hükmüne getirdi; o fani saatleri bakileştirdi.41
Bediüzzaman
bir sözünde ise, çevresinde kendisiyle birlikte aynı iftira ve zulümlere maruz
kalan müminlerin de, bu olaylardan dolayı hiçbir şekilde etkilenmediklerini;
ümitsizliğe kapılıp üzülmediklerini şöyle anlatmıştır:
On aydan beri, münafıkların bir resmi memuru elde edip bütün
desiseleriyle (hile, entrika) yaptıkları hücum en küçük bir şakirdi (talebeyi)
sarsmadı. O iftiraları hiç hükmündedir… Böyle iftiralar, binden bir tesiri bize
olmadığı gibi, inşaAllah daire-i Nur'a da zararı olmayacak.42
Bediüzzaman'ın
ve çevresinde bulunan iman ehlinin, zorluklara, iftiralara ve hileli düzenlere
karşı gösterdikleri tavır, tüm Müslümanların kendilerine örnek alması gereken
salih mümin tavrıdır. Allah Kuran'da, inkarcıların düzenleri karşısında nasıl
bir ahlak gösterilmesi gerektiğini şöyle hatırlatmıştır:
Sabret; senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için
hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme.
Şüphesiz Allah korkup-sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir. (Nahl Suresi, 127-128)
Nefislerinin Öne Süreceği Bahaneler
İnsanların Hz. Mehdi (as)'a Uymalarını Engelleyecektir
İman
edenler, dünyada ve ahirette tek dost ve yardımcılarının Allah olduğunun
bilinciyle, yaşamlarının her anında yalnızca Rabbimiz'e tevekkül ederler.
Allah'ın yarattığı her olayda birçok hikmet, hayır ve güzellik olduğunu
bilirler. Zorluk ve sıkıntıyla karşılaşsalar da, büyük nimet ve bolluk içinde
bulunsalar da her türlü durum karşısında itidalli, şükredici ve mütevazı bir
tavır içindedirler. Zenginlik ve bolluk onları şımartıp gaflete kaptırmayacağı
gibi, zorluklar ve sıkıntılar da yıldırmaz ve gevşekliğe sürüklemez.
Allah'a
ve ahiret gününe iman etmeyen insanlar içinse durum çok farklıdır. Onlar,
ahirette yeniden dirilip hesap vereceklerinden gafil oldukları için kendilerine
yalnızca dünya hayatını hedef edinirler. Bu nedenle de dünyevi değerlere büyük bir
hırsla bağlanır, bunların hiçbir şekilde zarar görmesini istemezler. Böyle bir
ihtimalden dahi büyük endişe duyarlar. Aynı durum imanı zayıf ya da münafıkane
karaktere sahip olan kimseler için de geçerlidir. Bu ahlakı yaşayan insanlar
tarih boyunca, dünyevi menfaatlerine zarar gelir endişesiyle peygamberlerin
tebliğlerinden yüz çevirmiş, onların gösterdiği hak yola uymaktan
kaçınmışlardır.
Bu
durumun sebeplerinden biri ise Kuran'da şöyle açıklanmıştır:
Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla
bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına
bir bak. (Neml Suresi, 14)
Ayetin
açıklamasından da anlaşılacağı gibi, insanlar kalben ve vicdanen doğru olanı kavradıkları
halde nefislerine uydukları için elçilerin kendilerini çağırdıkları gerçekleri
reddetmişlerdir. Hadislerde işaret edildiğine göre, tarih boyunca
tekrarlanmış olan bu durum tüm peygamberler ve Hz. İsa (as) için olduğu gibi,
Hz. Mehdi (as) için de söz konusu olacaktır. İnsanlar bu mübarek şahısların
üstünlüklerini vicdanen kavrayacak ancak nefislerinin etkisinde kalarak onların
durumlarını anlamazlıktan geleceklerdir. Hz. İsa (as)'ı ve Hz. Mehdi (as)'ı
kabul etmemek, onlara destek olmamak ve onlardan uzak durabilmek için ise
çeşitli bahanelerin ardına sığınacaklardır. Kuran'da, bu bahane yönteminin,
tarih boyunca yaşamış olan tüm münafıkların kullandığı bir yöntem olduğu haber
verilmektedir: Vicdanen, kalben ve aklen çok iyi kavradıkları halde anlamazlıktan
gelmek ve bunun için de türlü bahaneler bulmak. Peygamberimiz (sav)'le birlikte
mücadeleye katılmaktan kaçınan kimseler, sözde "güç
yetiremedikleri" (Tevbe
Suresi, 42); "evleri açık olduğu" (Ahzab Suresi, 13); "mallarının
ve ailelerinin kendilerini meşgul ettiği" (Fetih Suresi, 11)... gibi bahaneler
öne sürmüşlerdir. Geçmişte pek çok kez yaşanmış olan bu durum ahir zamanda da
yaşanacaktır. İnsanların büyük bir kısmı, menfaatlerine zarar gelir, maddi ve
manevi kayba uğrarlar endişesiyle Hz. Mehdi (as)'dan yüz çevirecek, hatta ona
cephe alacaklardır. Aileler de mallarına, oğullarına ve ticaretlerine zarar
geleceğini düşündükleri için bundan korkacak ve Hz. Mehdi (as) aleyhinde tavır
alacaklardır. Vicdanları yerine nefisleriyle hareket edecekleri için de içine
düştükleri bu durumu fark edemeyeceklerdir. Kuran'da bu durum hakkında şöyle
haber verilmektedir:
De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz,
eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz
ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun
yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri
gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)
Oysa
Kuran ayetlerinde insanların nefislerinin öne süreceği bu tür bahanelerin
geçersizliği bizlere haber verilmiştir. Dolayısıyla Kuran ayetleri
doğrultusunda vicdanını kullanarak düşünen her insan, bu konuda doğruyu
görebilecek ve Hz. Mehdi (as) ortaya çıktığında onu tanımasına engel olabilecek
bu gibi bahanelerin geçersizliğini anlayabilecektir.
Kuran Ahlakından Tamamen Uzaklaşıldığı Bir
Dönemde Ortaya Çıkması, Hz. Mehdi (as)'ın Tanınmasını Engelleyecektir
Hadislerde
ahir zamanın iki devirden oluştuğu haber verilir. Birinci devir dünyanın maddi
ve manevi zorluklar içinde olacağı, insanların büyük bir ahlaki bozulmaya
uğrayacakları dönemdir. İkinci devir ise İslam alimlerinin "Altınçağ"
olarak adlandırdıkları, Kuran ahlakının dünya üzerinde hakim olacağı bir refah
dönemidir.
İnsanların
din ahlakından uzaklaşıp nefislerinin peşinden gittikleri, her türlü haddi
aşmanın, sapkınlığın, ahlaksızlığın sınırsız olarak yaşandığı bu ilk dönem, Hz.
Mehdi (as)'ın ortaya çıkacağı ahir zamanın da önemli işaretlerini
oluşturmaktadır. Peygamberimiz (sav)'in bundan yaklaşık 14 yüzyıl önce haber
verdiği ve "kıyamet alametleri" olarak adlandırılan bu işaretler
incelendiğinde çok olağanüstü bir durumla karşı karşıya olunduğu görülmektedir:
Kıyamet alametlerinin çok büyük bir bölümü günümüzde gerçekleşmiş
bulunmaktadır. Bu durum Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişinin, Hz.
Mehdi (as)'ın çıkışının ve Kuran ahlakının tüm dünyada hakim olacağı dönemin
yaklaşmış olduğunu bizlere göstermektedir. (En doğrusunu Allah bilir). Ancak
diğer yandan ahlaki dejenerasyonun bu kadar şiddetlenmesi, haramların helal
sayılması, insanların geçim sıkıntısı içine düşmesi, yoksulluğun artması ve
Allah'ın açıkça inkar edilir hale gelmesi gibi olaylar, insanların Allah'ın ve
ahiretin varlığını unutarak dünya hayatına dalmalarına neden olmaktadır.
Peygamberimiz (sav)'den nakledilen hadis-i şeriflerde ahir zamanda dünyanın
peşpeşe içine düşeceği bu karmaşa şöyle bildirilmektedir:
Kıyamet alametleri birbirini takiben meydana gelir. Bir dizideki
boncukların art arda kopması gibi.43
Fuhuş açık olmadan… kıyamet kopmaz.44
Büyüğe saygı, küçüğe merhamet kalkacak. Zina çocukları
çoğalacak. O kadar ki kişi sokak ortasında kadınla zina edecek.45
Masum insanlar katloluncaya kadar Mehdi çıkmayacak ve
katliamlara yerde ve göktekiler, artık tahammül edemez bir hale geldiğinde
zuhur edecektir...46
Ahir zamanda ümmetimin başına sultanlarından şiddetli belalar
gelir, öyle ki yerler Müslümanlara dar gelir.47
Hz. Mehdi (as), bütün haramların helal sayıldığı büyük bir
fitneden sonra çıkacaktır.48
Peygamber
Efendimiz (sav) bir diğer hadisinde müminlerin ahir zamanın bu karmaşası
içindeki durumlarını şu şekilde haber vermektedir:
Takva sahibi mümin de onların arasında değiştirmeye, düzeltmeye
muktedir olamadığı kötülüklerden dolayı tuzun suda erimesi gibi kalbi
eriyecek...49
Böylesine
büyük bir bozulmanın yaşandığı sırada Hz. Mehdi (as)'ın gelişi ve faaliyetleri
insanların büyük çoğunluğu tarafından ilk anda fark edilmeyebilir. Kuran
ahlakından uzak olan insanlar, Hz. Mehdi (as)'ın çalışmalarını, tebliğinin
özünü ve din ahlakını yaymak için yaptığı büyük fikri mücadeleyi tam olarak
kavramayabilirler. Dünya üzerinde yaşanan karmaşanın, fakirliğin, savaşların ve
ahlaki dejenerasyonun ancak Kuran ahlakının yaşanması ile sona erebileceğini
anlayamayabilirler. Bu durumları Hz. Mehdi (as) ve cemaatinin önemini ve
çalışmalarının amacını kavramalarını engelleyebilir. Hatta tam aksine Hz. Mehdi
(as) ve cemaatinin Kuran ahlakını tebliğ etme yönündeki samimi çabaları bu
kişileri rahatsız edip, Hz. Mehdi (as)'a karşı yapılan haksız suçlamaları,
atılan iftiraları desteklemelerine neden olabilir. Onun ve yanındakilerin Kuran
ahlakını yaymak için hizmet etmekten vazgeçmelerini ısrarla isterler. Kuran
ayetlerinde de iman etmeyenlerin bu sapkın istekleri şöyle haber verilmektedir:
... Onlar sizin inkar etmenizi içten arzu etmişlerdir. (Mümtehine Suresi, 2)
Peygamberimiz
(sav)'in hadislerindeki işaretlere göre, ahir zamanda toplumun genelinde oluşan
bu ruh hali, Hz. Mehdi (as)'ın halk tarafından teşhis edilmesini ve gerçek
sıfatıyla tanınmasını engelleyecektir. İnsanların bu mübarek zatın üstün ahlak
özelliklerini, Allah yolunda yaptığı samimi ve faydalı hizmetlerini görmelerine
mani olacaktır.
Hz. Mehdi (as)'ın Bir Şahs-ı Manevi
Olacağı İddiaları Onun Tanınmasını Engelleyecektir
Peygamberimiz
(sav) tarafından ahir zamanda gönderileceği müjdelenmiş, yeryüzündeki fitneleri
ortadan kaldıracak, tüm dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve refah
getirecek çok mübarek ve değerli bir şahıs olan Hz. Mehdi (as)'ın ortaya çıkışı
yüzyıllardır İslam ümmeti tarafından beklenen müjdeli bir olaydır. Nitekim
rivayetlerde Hz. Mehdi (as)'ın çıkış alameti olarak bildirilen olayların pek
çoğunun art arda gerçekleşmesi, bu müjdenin gerçekleşmesinin yakın olduğunun
açık bir göstergesidir. Peygamber Efendimiz (sav)'in çok sayıdaki hadisinde
ismiyle, vasıflarıyla ve yapacağı işlerle ayrıntılı olarak tarif edilen Hz. Mehdi
(as)'ın geleceğine dair Kuran ayetlerinde de işari anlamlarda çeşitli müjdeler
vardır.
Bediüzzaman
Said Nursi'nin açıklamaları da, Kuran'da yer alan işaretler ve Peygamberimiz
(sav)'in hadisleriyle aynı doğrultudadır. Ancak Bediüzzaman'ın eserlerinde kullandığı "şahs-ı
manevi" kavramı
konusundaki yanlış anlaşılma Hz. İsa (as) gibi, Hz. Mehdi (as) için de söz
konusudur. Rivayetlerden ve İslam alimlerinin açıklamalarından Hz. Mehdi
(as)'ın bir şahs-ı manevi olmayacağı; fiziksel özelliklerine, karakter ve ahlakına,
nesebine (soyuna) kadar detaylı olarak tarif edilmiş mübarek bir şahıs olacağı,
açık ve net bir biçimde anlaşılmaktadır. Ancak elbette ki Hz. Mehdi (as)'ın de
kendisinden önceki tüm elçiler gibi bir şahs-ı manevisi olacaktır. Hatta
rivayetlerde bu şahs-ı manevinin bütün yeryüzünü kaplayacağı bildirilmiştir.
Dolayısıyla Hz. Mehdi (as) kendisine tabi olanların yani şahs-ı manevisinin
önderi olarak bulunacaktır. Nitekim Bediüzzaman'ın yazılarında da bu konuyu net
olarak açıklayan birçok yorum bulunmaktadır. Bediüzzaman'ın aşağıda yer alan
sözlerinde Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi değil, bir zatı temsil ettiğine
dair açıklamaları, hiçbir ihtilafa yer vermeyecek kadar açık ve nettir.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi (as) için kullandığı "o zat" ya da "o
şahıs" gibi
ifadeler, şahs-ı manevi kavramı konusundaki yanlış anlaşılmalara açıklık
getirmektedir:
Hem de o eşhasın (o şahısların) şahs-ı manevisine veya temsil
ettikleri cemaate ait asar-ı azimeyi (fevkalade eserleri, izleri) o eşhasın
(şahısların) zatlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, O EŞHAS-I
HARİKA (harika şahıslar, yani Hz İsa ve Hz. Mehdi (as)) çıktıkları vakit bütün
halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler.50
Bediüzzaman
bu sözünde Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) için "o
eşhas-ı harika" ifadesini
kullanarak, her ikisinin de birer şahs-ı manevi değil, birer şahıs olarak
geleceklerini açıkça belirtmiştir.
… Ahir zamanın O BÜYÜK ŞAHSI, Al-i Beytten (Peygamberimiz
(sav)'in soyundan) olacak.51
Bediüzzaman
burada da "ahir zamanın o büyük
şahsı" sözleriyle Hz. Mehdi (as)'ın ahir zamanda gelecek
olan bir şahıs olduğunu tekrarlamıştır. Hz. Mehdi (as)'ın Peygamberimiz
(sav)'in soyundan olacağını belirtmiş olması ise, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi
(as)'dan bir şahs-ı manevi olarak bahsetmediğini çok açık bir şekilde ortaya
koymaktadır. Zira bir şahs-ı manevinin bir başka insanın soyundan gelebilmesi
söz konusu olamaz.
… Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi seyyid
(Peygamberimiz (sav)'in soyundan) bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor.
Halbuki ahir zamanın O BÜYÜK ŞAHSI, Al-i Beytten (Peygamberimiz (sav)'in
ailesinden) olacaktır."52
Bediüzzaman bu sözünde de yine "ahir zamanın o büyük
şahsı" diyerek
Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi değil bir şahıs olduğunu açıkça belirtmektedir.
Bediüzzaman, "Hz. Mehdi (as)'ın Peygamberimiz (sav)'in soyundan olacağını" bu sözünde de bir kez daha açıklığa kavuşturmaktadır. Yukarıda da açıklandığı gibi, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelebilmesi için Hz. Mehdi (as)'ın ancak bir insan olması gerekmektedir ki Bediüzzaman da bu sözüyle bu gerçeği açıkça vurgulamaktadır.
Bediüzzaman, "Hz. Mehdi (as)'ın Peygamberimiz (sav)'in soyundan olacağını" bu sözünde de bir kez daha açıklığa kavuşturmaktadır. Yukarıda da açıklandığı gibi, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelebilmesi için Hz. Mehdi (as)'ın ancak bir insan olması gerekmektedir ki Bediüzzaman da bu sözüyle bu gerçeği açıkça vurgulamaktadır.
Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir
müçtehid (içtihad eden büyük İslam alimi), hem en büyük bir müceddid (her
yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere
gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici), hem hakim, hem Mehdi, hem
mürşid (doğru yolu gösteren kişi), hem kutb-u a'zam (Müslümanların kendisine
bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak BİR ZAT-I
NURANİYİ (nurani şahsı) gönderecek ve O ZAT DA Ehl-i Beyt-i Nebeviden
(Peygamberimiz (sav)'in soyundan) olacaktır.53
… bir müçtehid
… bir müceddid
… hâkim
… mehdi
… mürşid
… kutb-u a'zam
… bir zât-ı nuranî
… bir müceddid
… hâkim
… mehdi
… mürşid
… kutb-u a'zam
… bir zât-ı nuranî
Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı yukarıdaki sayılan
vasıflar, anlamlarından da anlaşılacağı gibi ancak bir kişiye ait olabilecek
özelliklerdir.
Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi Hz. Mehdi (as)'ın "bir zat-ı nurani" olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada "bir zat-ı nuraniden" değil, "bir şahs-ı manevi-i nuraniden" bahsederdi.
Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi Hz. Mehdi (as)'ın "bir zat-ı nurani" olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada "bir zat-ı nuraniden" değil, "bir şahs-ı manevi-i nuraniden" bahsederdi.
Ayrıca
burada şahıs kelimesinden önce kullanılan "bir" kelimesi de bu konuyu bir kez daha
açıklamaktadır. "Zat" ise yine birlik ve şahıs ifade eden
bir kelimedir. Bediüzzaman burada açıkça, "bir zat" ifadesini kullanmıştır; "iki" ya da "birileri" dememiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman
Said Nursi'nin tüm bu açıklamaları, Hz. Mehdi (as)'dan bir şahs-ı manevi olarak
bahsetmediğini kesin bir şekilde ispatlamaktadır. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Adem Yakup, Şahsı Manevi
Yanılgısı)
Bediüzzaman'ın
tüm bu açıklamalarından da anlaşılacağı gibi, tarih boyunca gönderilmiş tüm
elçiler gibi, Hz. Mehdi (as) de bir şahıs olarak gelecektir. Ancak onun da bir
şahs-ı manevisi olacaktır. Onun tebliğ faaliyetinden, mücadelesinden,
icraatlarından ortaya çıkacak bir Mehdiyet cereyanı olacaktır. Fakat Hz. Mehdi
(as)'ın kendisi de bizzat işin başında olacaktır. Zaten bütün bu olayların
gerçekleşebilmesi için en başta Hz. Mehdi (as)'ın bizzat şahıs olarak
gönderilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla Hz. Mehdi (as)'ın şahs-ı manevisi de
ona tabi olandır. Bu şahs-ı manevinin başında da lider olarak kendisi
bulunmaktadır. Ancak hem Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde hem de İslam
alimlerinin açıklamalarında bu konuya ilişkin izahlar çok açık olmasına rağmen,
ahir zamanda Hz. Mehdi (as)'ın bir şahıs değil, bir şahs-ı manevi olacağı
iddialarının öne sürülmesi insanların bu konuyu doğru değerlendirebilmelerini
engelleyecek olabilir.
Hz.
Mehdi (as)'ın bir şahs-ı manevi olarak geleceğine inanmaları, bu insanların, bu
kutlu şahsın gelişini beklemelerini, onu tanımaya ve bulmaya çalışmalarını ve
böylece onu fark etmelerini engelleyecek olabilir. (Doğrusunu Allah bilir)
HZ. MEHDİ (AS) ORTAYA ÇIKTIĞINDA ONA YARDIM EDENLERİN SAYISI ÇOK AZ OLACAKTIR
Hz.
Mehdi (as)'ın Üstün Ahlakı ve Faaliyetlerinin Benzersizliği Çok Açık Olacağı
Halde Onu Destekleyen Çok Az Kişi Olacaktır
Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi (as)'ın, Allah korkusu çok güçlü olan, çok
üstün ahlaklı bir kimse olacağı bildirilmektedir:
Ahlakı
benim ahlakım olan bir evladım çıkacak. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il
Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 21)
Mehdi(as)
Allah'a karşı son derece boyun eğicidir. Ahlak bakımından Peygambere benzer.
(Kıyamet Alametleri, sf. 163)
Ben Mehdi
(as)'ı peygamberlerin suhufunda (sahifelerinde) şöyle bulurum: "Mehdi
(as)'ın amelinde ne zulüm ne de ayıp yoktur." (Kitab-ül Burhan Fi
Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 21)
Hadislerde
verilen bu bilgilerden Hz. Mehdi (as)'ın, çevresinde Allah'a olan bağlılığı,
ihlası ve üstün ahlakıyla dikkat çeken bir kimse olacağı anlaşılmaktadır.
Peygamberimiz (sav) Hz. Mehdi (as)'ın, dinin ve Müslümanların hayrına yönelik
olarak çok fazla hizmet eden, çok önemli faaliyetler yürüten bir kimse
olacağını bildirmiştir. Normal şartlarda ahlakı Peygamberimiz (sav)'e
benzetilen, yalnızca Allah'ın rızasına uyan, tüm insanların dünyada ve
ahiretteki kurtuluşu için samimi çaba harcayan, dünyaya huzur, barış, bolluk,
bereket getirecek böyle hayırlı ve kıymetli bir insanın etrafında çok sayıda
kişi toplanmış olması gerekir. Onun bu ahlakını ve yaptığı hayırlı faaliyetleri
açıkça gören Müslümanlara bu kimsenin yanında olmayı ve Hz. Mehdi (as) ile
birlikte davranan hak topluluğa destek vermeyi istemeleri; ve onlara yardımcı
olabilmek için büyük bir şevk ve heyecan içinde birbirleriyle yarışmaları
gerekir. Ancak buna rağmen hadislerde, Müslümanlar arasında da Hz. Mehdi (as)'ı
destekleyen insanların sayılarının son derece az olacağına işaret edilmiştir.
Bu durum son derece şaşırtıcı ve düşündürücüdür. Demek ki Hz. Mehdi (as)'ın
yaşadığı toplumdaki insanlar onun sahip olduğu üstün özellikleri, yürüttüğü
hayırlı faaliyetleri açıkça gördükleri halde, yine de Hz. Mehdi (as) ve
cemaatini tam olarak fark edemeyeceklerdir.
Hz.
Mehdi (as)'ın bu durumu Hz. Yusuf (as)'ın hayatıyla büyük benzerlik
göstermektedir. Kuran'ın, "(Kuraklık başlayınca)
Yusuf'un kardeşleri gelip yanına girdiler, onu tanımadıkları halde kendisi
onları hemen tanıdı." (Yusuf
Suresi, 58) ayetiyle, Hz. Yusuf (as)'ın kardeşlerinin onu tanıyamadığı, ancak
onun, kardeşlerini tanıdığı haber verilmiştir. İşte hadislerin işaretine göre,
Hz. Mehdi (as) de, aynı Hz. Yusuf (as) gibi olacak; o insanları görecek ama
insanlar onu fark edemeyeceklerdir. Hatta kimileri de tam tersi bir düşünceye
kapılacak, ona destek olmaktan kaçınacak, hatta garip görüp uzak duracak ve ona
karşı olumsuz bir faaliyet içerisine gireceklerdir. Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde "halkın büyük kısmının Hz.
Mehdi (as)'a yardımcı olmaktan kaçınacağı" şöyle haber verilmiştir:
Benim
ümmetimden, daima Allah tarafından desteklenen ve onlara yardımcı olmayan
halkın zarar veremeyeceği bir cemaat kıyamet kopuncaya kadar hiç eksik
olmayacak. Ümmetim içinde daima böyle bir taife (topluluk) bulunacaktır.
65
Kıyamet
ancak, ümmetimden bir taife, insanlara galip olduğu halde kopacaktır. Bu taife
ne kendilerine yardımcı olmayanlara ne de yardımcı olanlara bakmayacaklar.
(Onların davranışlarına, ehemmiyet vermeyeceklerdir.) 66
Kuşkusuz
bu, Allah'ın bir mucizesidir. Peygamberimiz (sav)'in bundan yaklaşık on dört
asır önce söylemiş olduğu sözlerinin tam olarak gerçekleşmesi oldukça
önemlidir. Hz. Mehdi (as) ve cemaati, tüm dünya insanlarının geleceği için çok
önemli ve çok faydalı oldukları halde ilk dönemlerde Müslümanlar arasında
bilinmeyecekler ve halktan onlara yardımcı olan olmayacaktır.
Ancak
elbette ki bu insanların bir kısmı vicdanlarıyla bu mübarek şahsın
üstünlüklerini kavrayacaklardır. Fakat hakkındaki tüm delilleri görmelerine
rağmen, kişisel çıkar kaygılarıyla onu tanımazlıktan gelecek, destek olmayacak,
uzak durmaya çalışacak ve diğer insanlardan da bu gerçekleri saklayacaklardır.
Toplumun genelinin yardımcı olmaması, onların da Hz. Mehdi (as)'ı
desteklemekten kaçınmalarına neden olacak, aksinde maddi manevi kayba
uğramaktan korkacaklardır.
Hz. Mehdi (as)'ın Yardımcılarının Sayısı 300 Civarında Olacaktır
Hz.
Mehdi (as) cemaatinin sayısının 300 kişi civarında olması da yine toplumun
büyük bir bölümü tarafından tanınamadıklarını göstermektedir. İnsanları Allah'a
iman etmeye davet eden, dine çok büyük hizmetler veren böyle değerli bir insana
inananların sayısının bu kadar az olması çok şaşırtıcıdır. Hadislerde Hz. Mehdi
(as)'a çok az kişinin tabi olacağı şöyle bildirilmektedir:
Muhammed b.
Hanefi (r.a)'dan rivayet edildi ki: Sayıları Bedir Ashabı (313) kadardır.
Evvelkiler onları geçmediği gibi, sonrakiler de onlara yetişemezler. Onların
sayıları Talud ile nehri geçenler kadardır. 67
Bedir
savaşındaki askerler gibi 313 kişinin kumandasını elinde tutarak etrafa meydan
okuyacak. Çünkü bu 313 kişi gece abid (çok ibadet eden kimse) gündüz kahraman
niteliğini taşımaktadırlar. 68
Aralarında
kadınların da bulunduğu 314 kişilik bir grup oluştururlar. Onlar her zalime
galip gelirler. Onların kalpleri demir gibidir ve onlar gündüz arslan, gece de
abiddirler. Ne evvelkiler, ne de sonrakiler fedakarlıkta onlara yetişemez. 69
Hz. Mehdi
(as)'a aralarında kadınların da bulunduğu 314 kişi biat edecektir. 70
Bediüzzaman
Said Nursi de sözlerinde bu gerçeği hatırlatmış; ancak sayıları ne kadar az
olsa da, Hz. Mehdi (as) cemaatindeki kimselerin her birinin manen çok güçlü
olacaklarını belirtmiştir:
Bu
vazifenin istinad ettiği (dayandığı) kuvvet ve manevi ordusu yalnız ihlas,
sadakat ve tesanüd (dayanışma) sıfatlarına tam sahip olan bir kısım
şakirdlerdir (talebelerdir). Ne kadar az olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli
ve kıymetli sayılırlar. (Emirdağ Lahikası, sf. 259)
Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde dikkat çekilen bir diğer husus ise ahir zamanda iman
edenlerin ne kadar kıymetli olduğudur. Dinsizliğin tüm dünya üzerinde
yayıldığı, ahlaki dejenerasyonun çok büyük bir hız kazandığı ahir zamanda Allah'a
iman edenler, din ahlakına göre yaşam sürenler çok büyük zorluklarla ve
toplumsal baskılarla karşı karşıya kalacaklardır:
Müminin
kabile içindeki oğlaklardan daha az değerli olması kıyametin şart ve
alametlerindendir.71
İnsanlar
üzerinde öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda dinine karşı sabırlı
olan, koru eline alan gibi olacak.72
Hadislerin
işaretlerine göre ahir zamanda Müslümanlara yöneltilecek olan bu baskı ortamı,
aleyhte yürütülen propagandalar ve atılan iftiralar nedeniyle Hz. Mehdi (as)'a
çok az kişi tabi olacaktır. (Doğrusunu Allah bilir).
Oysa
Hz. Mehdi (as), ahir zamanda ikinci defa dünyaya gelecek olan Hz. İsa (as)'a,
namazında imamlık yapacak olan, çok değerli ve muhterem bir şahıstır.
Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
Ümmetimden
bir cemaat kıyamet gününe kadar galip olarak hak yolda savaşacaklardır. Hz. İsa
(as) inecek ve Müslümanların emiri: "Gel bize namaz kıldır" diyecek.
O "Hayır, siz birbirinize emirsiniz. Bu Allah'ın bu ümmete bahşettiği bir
şereftir" şeklinde cevap verecektir.73
Bediüzzaman
Said Nursi de eserlerinde bu konudan bahsetmiştir:
… Hatta,
Hazret-i İsa Aleyhisselam gelir, Hz. Mehdi (as)'a namazda iktida eder
(uyar), tabi olur.74
Böyle
kıymetli bir şahsın etrafında sayısız insanın bulunması, insanların ona
yardımcı olabilmek için büyük bir şevk ve heyecan içinde yarışmaları gerekir.
Ancak dönemin ahir zaman olması, uygulamada hak ile batılın yer değiştirmesi,
insanların Kuran ahlakından uzaklaşmış olmaları, ahlaki yozlaşmanın çok yüksek
boyutlara ulaşması, insanların böyle şerefli bir mümine tabi olmalarını ve onun
topluluğuna katılmalarını engelleyecek olabilir.
Hz. Mehdi (as)'ın
Cemaatinden Ayrılanlar da Olacaktır
Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde, sayıca çok az olacak olan Hz. Mehdi (as) cemaatinden
ayrılanlar olacağı da bildirilmiştir. Bu da yine Allah'ın büyük bir
mucizesidir. Bu kimseler Hz. Mehdi (as)'ı çok yakından tanıdıkları, onun
hadislerde bildirilen özelliklere sahip olduğuna ve yalnızca Hz. Mehdi (as)'ın
yapabileceği bildirilen faaliyetleri gerçekleştirdiğine yakından şahit
oldukları halde onun yanından ayrılacaklardır. Demek ki halkın büyük çoğunluğu
gibi, bu kadar yakından tanıma fırsatı elde eden bu insanlar da Hz. Mehdi
(as)'ı fark edemeyeceklerdir.
Hadislerde
Hz. Mehdi (as)'ın cemaatinden ayrılanlar olacağı şöyle bildirilmektedir:
Mehdi
(as)'ın ordusu zaman zaman darbeler yiyecek, zaman zaman o çetin görevi
üstlenememek, rahatlık meyli; can, mal, mevki korkusu gibi çeşitli sebeplerle
kendisinden ayrılanlar olacaktır... 75
"Ayrılanlar
da, muhalifler de ona zarar veremeyecek. O kendisinden ayrılanlara rağmen
muzaffer olarak yoluna devam edecektir." 76
Hz. Muaviye
b. Kirra (r.a)'dan rivayet edilmiştir: Ümmetimden bir taife (topluluk) kıyamet
kopuncaya kadar yardım görmekte devam eder. Kendilerini terk edenlerin
ayrılmaları da onlara bir zarar vermez.77
Ümmetimden
bir taife, Allah'ın emri ile hareket etmekte devam eder. Onlar hak üzerinde
oldukları halde, kıyamet kopana kadar kendilerini terk eden ve muhalefet eden
kimsenin onlara bir zararı dokunmaz... 78
Ancak
Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde, bu ayrılan kişilerin Hz. Mehdi (as)
cemaati için çok büyük bir hayır ve güzellik olduğu da bildirilmektedir. Bu hak
topluluk arasında gizlenen samimiyetsiz kişilerin ortaya çıkmasıyla, Allah'ın
izniyle Hz. Mehdi (as) cemaatinin birbirlerine olan bağlılığı daha da artacak,
kötülerin ayrılması onları daha da kuvvetlendirecektir.
Kuran
ayetlerinde her Müslüman topluluğunun içinde münafık zihniyette kimselerin
olacağı bildirilmektedir. Bu kişiler iman edenlerle birlikte hareket eden,
onlarla aynı inançlara sahip olduklarını iddia eden, ancak gerçekte
samimiyetsiz olan kimselerdir. Allah'ın rızası için yaşayan samimi iman
sahiplerinin arasında, sanki onlardan gibi görünerek yaşayan bu kişiler,
aslında salih müminlerden değildirler. Allah Kuran'da bu kişilerin durumunu şu
şekilde haber vermektedir:
İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz Allah'a ve ahiret
gününe iman ettik" derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve
iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve
şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını
artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azab
vardır. (Bakara Suresi, 8-10)
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa
O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara
gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. Arada bocalayıp dururlar. Ne
onlarla, ne bunlarla. Allah kimi saptırırsa, artık sen ona yol bulamazsın. (Nisa Suresi, 142-143)
Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin"
denildiğinde, o münafıkların senden kaçabildiklerince kaçtıklarını görürsün. (Nisa Suresi, 61)
Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar:
"Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vaat etmedi"
diyorlardı. Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: "Ey Yesrib (Medine)
halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün."
Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye
Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca
kaçmak istiyorlardı. (Ahzab Suresi, 12-13)
Bu
ahlaktaki kişiler tarih boyunca tüm samimi mümin topluluklarının içinde
görüldüğü gibi Hz. Mehdi (as) cemaati içinde de bulunacaktır. Hadislerde
bildirildiğine göre, Hz. Mehdi (as)'ın cemaatinden ayrılanlar, yıllarca bu
toplulukla birlikte hareket etmelerine rağmen daha sonradan kendilerine inkar
edenlerin arasında bir yol çizeceklerdir. Müslümanlarla aynı iman ve
samimiyette olmayan, Allah'a ve Kuran'a sadakat göstermeyen, Allah korkusu
zayıf olan bu kişiler, kendi menfaatleriyle çatışan bir durum olduğunda Hz.
Mehdi (as)'ın yanından ayrılabileceklerdir.
Hz.
Mehdi (as)'ın ahir zaman gibi zorlu bir dönemde yaptığı hizmetleri, sahip
olduğu yüksek ahlakı görmelerine rağmen bu cemaatten ayrılan kişiler olması,
toplumdaki bazı insanların da gerçekleri görmesini engelleyecek olabilir. Bu
kişiler, Hz. Mehdi (as)'ın yanından ayrıldıktan sonra Hz. Mehdi (as) aleyhinde
yalan ve iftiralar yayabilir, pek çok kişinin de Hz. Mehdi (as)'ı takdir
edememesine ve hatta yanlış tanımasına neden olabilirler. İnsanların büyük
kısmı, münafıkların yalanlarına ve dayanaksız isnatlarına aldanacak ve bu
nedenle Hz. Mehdi (as)'a karşı çekimser davranacak olabilir. (Doğrusunu Allah bilir).
Aslında
bu durum ahir zamanın ne kadar şiddetli bir dönem olduğunun anlaşılması
açısından da son derece önemlidir. Söz konusu münafıkların, gözlerinin önünde
gerçekleşen sayısız alamet ve benzersiz olaya şahitlik etmelerine rağmen Hz.
Mehdi (as)'ın yanından ayrılmaları, ahir zamanda Kuran ahlakından ne derece
uzaklaşıldığını da göstermektedir. İyiliklerle kötülüklerin, haramlarla
helallerin yer değiştirdiği, iyi insanların kötü, kötü insanların iyi olarak
tanındığı bu dönemde Hz. Mehdi (as)'ı tanıyanlar arasından bile bu ahlakta
insanların çıkması dönemin çok zorlu olduğuna işarettir. Hadislerde ahir
zamanda samimi iman etmemiş, Allah'tan gereği gibi korkmayan kimselerin
inançlarını kaybedebilecekleri şöyle haber verilmektedir:
Kıyamet, fitneler karanlık
gecelerin parçaları gibi zuhur edinceye kadar kopmaz. Kişi, mümin olarak
sabahlar, kafir olarak akşamlar. Veya mümin olarak akşamlar, kafir olarak
sabahlar. Dünya menfaati karşılığında dinini satar.79
İleride
öyle fitneler olacak ki, Cenab-ı Allah'ın ilimle ihya edip koruduğu insanlar
hariç, kişi sabahleyin mümin olduğu halde, akşama kafir olacak, dinden
çıkacaktır.80
Hz.
Mehdi (as), bu bölümde ele aldığımız tüm bu nedenlerden dolayı insanların büyük
bir kısmı tarafından tanınmayacaktır. Ancak Allah'ın takdir ettiği vakit
geldiğinde, bu durum tamamen değişecektir. Hz. Mehdi (as) ortaya çıkacak ve tüm
insanlar onun Allah'ın ahir zaman için görevlendirdiği mübarek bir kulu
olduğunu bileceklerdir. Hadislerde bildirildiğine göre Hz. Mehdi (as)'ın açıkça
tanınacağı ve kimsenin onu inkar edemeyeceği bir dönem Allah'ın izniyle
muhakkak gelecektir:
Bir adam
(Mehdi) semadan ismiyle mutlaka çağırılacak ve delil onu inkar etmeyecek, zelil
ona mani olmayacaktır.81
Gökten bir
ses gelecek, onu (Hz. Mehdi (as)'ı) ne delil inkar edecek ve ne de delil
olmaktan o alıkonacak.82
Onun
ismiyle semadan nida olunacak ve hiç kimse onun Mehdiliğini inkar
etmeyecektir.83
Semadan bir
el uzanacak ve insanlar ona (Hz. Mehdi (as)'a) bakacak ve
göreceklerdir.84
Bu
dönemin gelmesiyle, insanların kargaşa, zorluk ve sıkıntı içinde geçirdikleri
yıllar son bulacak ve "altın bir çağ" başlayacaktır. Altınçağ'da her
çeşit ürün ve mal bolluğu olacaktır. Emniyet ve güven, sosyal adalet, refah,
huzur ve saadet bu devrin belli başlı özelliklerinden olacaktır. Hadis-i
şeriflerde, bu devirde yeryüzünün barışla dolacağı da müjdelenmektedir.
Teknolojik gelişme, ahir zamanın bu devresinde doruğa ulaşacak, insanlar
teknolojinin bütün nimetlerinden alabildiğine faydalanacaklardır. Kişiler
Altınçağ'da hayatlarından o kadar memnun olacaklar ki, zamanın nasıl geçtiğinin
farkına varamayacak, bu güzelliklerden daha fazla yararlanmak için, Allah'tan
ömürlerinin uzatılmasını isteyeceklerdir. Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın
vesile olmasıyla oluşacak bu güzel dönem, hadislerde şu şekilde haber
verilmiştir:
Resulullah
buyurdu ki: "Ümmetimin sonunda bir halife gelecek, malı adetle saymayacak,
avuçla avuçlayacaktır."85
… Küçükler
keşke ben büyük olsaydım, büyükler de keşke ben küçük olsaydım diye temenni
ederler... İyi insanların iyiliği artar, kötülere karşı bile iyilik yapılır.86
Her
tarafta yemek kazanları kaynayacak, misli görülmemiş bir bolluk
yaşanacak, mala rağbet olmayacak.87
O zaman
ümmetim, iyisi kötüsü hepsi de mislini görmedikleri nimetlerle nimetlenir.
Allah onlara, bol yağmur gönderir. Arz nebattan bir şey saklamaz. Mal hakir
olur.88
Kap su ile
dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacaktır. Hiçbir kimse arasında bir düşmanlık
kalmayacaktır. Ve bütün düşmanlıklar, boğuşmalar, hasetleşmeler muhakkak
kaybolup gidecektir.89
İnsanlar
arasında sebebleri ortadan kalktığı için kin ve husumete yer
vermeyecek...90
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder